İlim ve tefekkür, bilgi ve fikir, ilim ve düşünce; bunlar birbirinden ayrılmaz mefhumlardır. İlim olmadan fikrin olamayacağı için, tefekkürün de meydana gelmeyeceği aşikârdır. Bilmek, öğrenmek, en salâhiyetli zattan veya muallimden öğretmenden veya “uzman” kişiden bilgileri deruhte etmektir. Buna ham bilgi denir. Verilen yorumlamadan, seçmeden, ayıklamadan alınır. Veyahut da öğrenmeye daha batinî zaviyeden atf-ı nazar edilirse ilmin bu şekliyle de yani İlm-î Vehbi yoluyla da almak da mümkündür. Ki, bu şekilde bilgileri almak istisnaidir. Tasarrufu elinde olandan alınır. Bizim içim asıl olan ise, bilgiyi öğrenilmesi icap eden yerlerden alarak ilk safha olan bilmek fiilini hayata geçirmektir. Pekiyi, bilgiyi bu şekilde öğrenmek, bir üst bilenden alt bilene nakli,fikir edinmemize yardımcı mı olur yoksa fikri öğrenmeden evvel de mümkün olabilir mi? İşte, meselenin en hassasiyet arz eden yeri burasıdır. Elbette kemiyet itibariyle alınan bilgiler olmadan da fikir sahibi olabilinir; ancak böyle bir şeyin vukuunda da “alaylı”mektepten talim ve terbiye vardır. O cemiyetin ilmî alt yapısı sağlam ise, işin ehline gitmeden de fikir sahibi olmak da mümkündür. Ancak, esas olanı ise ilmin ışığındaki fikirdir. Buna ilm-i kesbi yoluyla tefekkür demek daha doğru bir tespit ve tefsir olur. Çalışarak, azmederek, ehlinden mektebinden / okulundan öğrenerek fikir sahibi olmanın tefekkür hayatında kalıcılığı ve müesseriyeti imkân dahilindedir. Fikir ve bilgi ayrılmaz bir iklili ise, tatbikatta nasıldır? Bu noktada ise maalesef halimiz içler acısıdır.Hele hele “alaylı” mekteplilerin kalmaması da fikri yozlaşmanın had sahaya ulaşma-sını hızlandırmıştır. Halbuki asrımızda iletişim vasıtaları ve diğer imkânlar ile bilgi sahibi olmak kolaylamış gözükse de, fikir sahibi olmadağımız ortadadır.Her geçen gün fikirsiz bilgiçler toplumu bir ahtapot gibi sarmaktadır.Üniveesiteli cahilerler, lisesi karacahiller; prof. üvanlı cahil ve yobazlardan teşekküleden bir cemiyet halini aldık.Gazete köşelerinde ahkâm kesenlerin zır cahilliği ise cabası. Ve hâlâ daha bu uçuruma doğru son sür’at gidiyoruz. * * * Tefekkür hayatımızın aslî kaynağı ilimdir. Doğru kanallardan alınmış bilgidir. Ehlinden öğrenilmiş malumattır. Bu vasatta yetişmiş bir insanın fikir edinmesi tamamen kendine kalmıştır. Artık tefekkür edebilmek için fikrî alt yapıyı teçhiz edilmesi gereklidir. Alınmış olan eğitimin üzerine fikri donanımla inşa edilecek bir fertten tefekkür deryasına dalması ve buradan milletine faydalı fikir damlalarını gönüllere akıtması kaçınılmazdır. Bu şekildeki fikir bilgi münasebetinden müspet neticeler çıkacaktır. Doğru düşünceler meydana gelecektir. Tefekkür safhasındaki insan, neyin doğru neyin hatalı olduğunu rahatlıkla tefrik edecektir. Yanlışlardan âri fikirlerden müteşekkil bilgi yumağından istifade etmemek akıl kârının olamayacağı açıktır. Tabi burada toplum katmalarının tamamının zikredilen şekliyle tefekkür sahibi olması mümkün değildir. Böyle olunca da bizim bir sınıf ya da elit bir tabakanın husûle gelmesine matuf fikre sahip olduğumuz zannedilmesin. Elbette toplumda üst alt ilişkisini savunmamız mümkün değildir. Ancak, bir cemiyetin ( millet) var olabilmesi için mütefekkirlerin, ilim erbabının kemiyet ve keyfiyet itibariyle var olması elzemdir. Ve,bu; bir milletin olmazsa olmazıdır. Burada dikkat edilmesi gerekenler, tefekkür sahiplerinin millete fildişi kulelerinden bakmamaları icap eder. Münevver tabakanın moda tabirle entelektüel kişilerin halkına küçümseyici tavırla; “elitizm” fikriyle hareket ederek toplumdan tecrit edilmiş bir kastın olmaması lüzumludur. Ayrıca, mütefekkirlerin kendi değerlerine sırt çevirmemelidir; “izm”lere tamahkârlık göstermemelidir. Halkla beraber Hakk’ka teveccüh etmiş tefekkür hayatına yakın ferdlerin inşa edeceği milletin bekası muştularla dolu olacaktır. Yeter ki, ilim ve fikirden neşet eden mütefekkirlerimiz olsun.