Türk aydınının derbeder fikri yapısı milletle arasındaki mesafeyi açmış, çektiği yıkılmaz bentler tamiri imkânsız derin izler bırakmıştır. On yıllardır fildişi kulelerinden attıkları nutuklarla milletin kıymetlerine bigâne kaldılar. Kâşanelerinin etrafına ördükleri duvarlardan ahkam kesmeleri, kendilerinin iyice yalnızlığa itilmesine sebep olmuştur. Yalnızlığa sürüklendikçe de iyice hırçınlaştılar. Çok okunduklarını, milletin rehberi oldukları zehabıyla hareket ettiler. Millet adına senelerce “ilerlemenin” fetvalarını verdiler. Ancak, düştükleri dilemmadan kurtulamadılar. Derinlikleri olmadığı için, sığ düşündüler. Hep yanlış kapıda “gelecek” aradılar. Bir defa olsun milletle hemhal olmayı başaramadılar. Mânâyı terk edip maddecilikte kaybettiklerini bulduklarını zannettiler.”Kurtarıcı”ları onları hep tumturaklı laflarla yücelttikleri için şuursuzca yeni inançların peşinden koştular. İçinden çıktıkları toplumdan tevarüs eden kültürleri tukaka ettiklerinden dolayı asıl mecrasından saptılar. Maddeciliğin merkezine yerleştiler. Çağdaşlık adına “Vahşi Kapitalizmi” kendilerine rehber edinmeleri yüzünden şuursuzlukları mahvına zemin hazırladı. Medeni! dünyanın “din”lerini millete kabule icbar etmeleri ters tepince, iyice azdılar. Referansları karga olunca, ne yaptıkları ise malum… Türk aydının mevcut çıkmazı, Batılılaşma cereyanı ile başladığı için; yabancılaşma, teslimiyetçilik; kendi milletine, kültürüne, dinine, geleneğine, tarihine bilinçsizce saldırarak “kendini” red etmesine yol açmıştır. Maalesef bu fikri alt yapının temelleri atıldığı zamandan bu tarafa onca geçen yıllara rağmen olumsuz tesirleri artarak devam etmektedir. Cemil Meriç bu tip aydınları” Frenkleşmiş Aydınlar Kafilesi” nitelemesiyle yermektedir. Günümüz Türk aydınının cedlerinden Beşir Fuat’ın milletin kıymetlerine nasıl “Fransız” kaldığını dile getirdiği bir yazısını iktibasla, günümüzle mukayese edildiğinde fazla da bir farkın olmadığını; akl-ı selim herkesin varacağı bir netice olacaktır. “Alışkanlıklarıyla Osmanlı, kafasıyla Fransız.Beşir Fuat’ı Cizvitler zehirledi. İmanını kaybeden o coşkun zekâ, yeni bir din buldu kendine: maddecilik. Batı’nın müspet ilimlerini naslaştırdı. Kılıç bir fetih aracı değil artık. Zafer rüyaları ancak kalemle gerçekleşebilirdi. Abdülaziz Han’ın yaveri bu çetin kavgaya kahramanca katıldı. Ama çağdaşlarının dilini konuşmuyordu Beşir. Her makaleyle biraz daha yalnızlaşıyor, uçurum biraz daha derinleşiyor, anlayışsızlık kine inkılap ediyordu. Burkulan şuurunu uyuşturmak için içkiye ve kadına koştu. Nafile.. Dudaklarında günahların buruk tadı, bezgin ve yorgun, kavgaya devam etti. Gönülle aklın, şiirle nesrin, imanla inkârın, Doğu ile Batı’nın kavgası. O yalçın irade, bu çılgın savaşa üç yıl dayanabildi. Hayalle gerçek arasındaki uçurum, maddecilikle doldurulamazdı. Naşını fırlattı uçuruma. Don Kişot’u kitaplar çıldırtmıştı, Beşir’i kitaplar öldürdü. Her aydın bir cemiyetin veya cemaatin sözcüsüdür. Beşir yalnızdı; yapayalnız: karanlıklarda yanıp sönen bir şimşek... Çorak toprağı yalayan, fakat serinletmeyen bir sağanak. Kendi kendini yiyen bir ızdırap. Yabancılamış Türk aydını, o metruk ve meçhul mezarın başında haşyetle ürperse, yeri.”(Cemil Meriç,Kırk Ambar,İletişim yay.1998, İst., Shf.,288-289) Ümid ederiz ki, Türk aydını silkinerek kendine gelir. Ne olduğunu, nereden geldiğini, hangi inançtan sulandığını, tarihin kendisine verdiği mes’uliyet şuuru dahilinde milletin değerleriyle barışarak, yeniden “emperyal vizyon”a katkıda bulunurlar. Maddeyi mânâyla techiz ederek; yeni bir vizyon geliştirirler. Geleceği; geçmişin köprüsüyle inşa etmek gayretiyle millete rehberlik ederler. Bu millet, silkinerek üzerindeki ölü toprağını attığında yine mazisindeki “cihan şümul” ruhu asrımızın idrakine sunmasını bilecektir. Yeter ki kendimize gelerek; millete hizmette samimi olalım (2003).