Gençlik... Mazi ile âtî arasındaki rabıtayı sağlayan köprü... İstikbal bendedir; ruhumdadır; yüreğimin tâ derinliğine ilmik ilmik nakşedilen inancımdadır diyebilen bir gençlik... Geleceğin teminatı benim; mazim ile diyebilen bir gençlik...Tarihin bu dönüm noktasında; “an”ını en iyi değerlendirebilen; tarihî misyonunu milletin ufkuna sunabilen bir gençlik... Zihin dünyasını dar kalıplarla tahdit etmeyen; zihni inkılâbını kendinde yapabilen bir gençlik... Tarihin indi nasslarından kurtulup; hakiki şuura sahip bir gençlik... Pekiyi; böyle bir gençlik var mı? Bu gençlik, ulaşılması hayal olan bir arzu mu? Veyahut da hazır değerler var da, mamul da mı keyfiyetsizlik var? Zannederim, meselenin özü de burasıdır. Yani gençliğimizi kamil mânâda teçhiz edemeyişimizdedir. Bununla kâfi derecede mücadele edilmemiştir. Nazar-ı dikkatimizi bu noktaya teksif etmeliyiz. Ama; evvelâ gençliğimizin maruz kaldığı tehlikelere dikkat çekmekte fayda mülâhaza addediyorum. Milletimizin bekasını elinde tutacak olan gençliğimiz; çok yönlü tahribatlara maruz kalmaktadır. Bu tahribatların buudu gözle fark edilebilir mesabededir. Neslimizin içine düştüğü çıkmaz, bunu gösteriyor. Gerek iç dünyasında bulunan, gerekse vücudunu kıl kurdu misali içten içe kemiren emperyalist zihniyetin zehiri, tesirini o kadar derinden hissettiriyor ki; suni teneffüs ihtiyacı, yine bu mihraklar tarafından giderilmesi zarureti hâsıl oluyor. Yok oluşa doğru bir gidiş var zihin dünyasında... Tarih şuuru yok; irfan denizinden zerre miskal alamıyor. Bünye kabul etmiyor. Kabul etmediği gibi aksi tesirler meydana getiriyor. Yeni neslin yirmi yıl evvelki şiir, edebî eser, gazete, dergi vs. gibi matbuatın lisanını sadeleştirmeden anlayamadıkları bilinen bir hakikattir. Lisanda tasfiyeciliğin; kurbağa dilinin vardığı nokta, müşteşrik zihniyet ile aynı paralelde iş ifa etmektedir. Konuşurken 200-300 (iki yüz, üç yüz) kelime ile meramını ifade eden bir neslin; hâlâ tasfıyeciliğe maruz kalması dikkate şayandır. Gençliğimizin bu hazin hali, okumadan; tetkik etmeden; hazırcılıkla iktifa etmesi ve bunu devam ettirmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Bunun neticesinde de, muktedir olamayan kişiliklerle karşı karşıya kalıyoruz. Lisanda kopukluk, yakın ve daha evvelki tarihe merakı söndürmüş olması da kaçınılmazdır. Buna bir de gençliğimizin alâkasızlığı ilave edilirse, meselenin ne boyutlarda olduğu anlaşılmış olur. Tarih şuuru olmayan; mukayeseli tarihi, edebiyatı, sanatı, Türk musikisini bilmeyen bir gençliğin kültür emperyalizminin deryasında boğulmaması düşünülemez. Garb medeniyetinin(!) verdiği her şeyi kabul eden; aklın imbiğinden geçirmeden şuur altına yerleştiren bir neslin Türk Devleti’ne vereceği ne olabilir ki? Devletine vergi vermenin mes’uliyetini bilmeyen; millî devlet an’anesine malik olmayan zihniyetin varacağı son nokta Türk Devleti’nin topraklarını parçalama niyetinde olanlara, çanak tutmaktan başka ne hizmette bulunabilir ki? Tarih şuuruna, bilgisine ve mukayeseli tarihe vakıf olmayan bir gençlik; Kürtleri batının gözüyle ayrı bir milletten zanneder ki; müşteşrik fikrin tezahürü de buradadır. Halbuki bu insanların birlik ve beraberliğinin; tarihî, edebî, dili, dinî, an’aneleri, âdetleri, görenekleri, hayat tarzları gibi müştereklerini bilmezse, istidlâlinde bölücü ideoloji ile aynı fikre sahip olması tabiidir. Gençliğimizin tarihî harsı ilmî cihetten araştırmayışı; dinî, hakiki merciden tazammun edemeyişi ve yaşamayışı; bütün bunlara ilaveten fikrî vizyona sahip olmayışı, kendi kendini nakzeden hallere düşürüyor. Mazi ile âtî arasında irtibatı temin edecek olan yeni nesil nasıl olmalı? Neler yapılıyor ki, daha iyisi yapılmalı? Her şeyden önce, temelden başlayan maarifimizin, aile fertleri arasındaki münasebet tekrar gözden geçirilmelidir. İlk eğitim yeri olan çekirdek aile ile gelenekli ailenin barışması sağlanmalıdır. Geçici eğlenceler uğruna koparılan aile bağları sahih gelenek ile beraber yeniden inşa edilerek; çocuklar, verilecek her türlü tedrisata bütün benliği ile hazır olmalıdır. Dumura uğramış âdetlerin yerini sahih an’anelerin almasıyla, uzun sürecek yolun kilometre taşları sağlıklı atıldıktan sonra, diğer tedrisi ile; ihtisaslaşmış kişi veya müesseselere bırakılarak, eğitimine başlanmalıdır. Maarifin her safhasında sağlam alınmış tarih, edebiyat, sanat, mûsîkı, gelenek, irfan; bunların tevellüt ettiği din, ilmî disiplinler dahilinde öğretilmesi ile; devletini, milletini, bayrağını; ”vatan sevgisi imandandır” düsturuyla hareket eden yepyeni bir neslin dinamizmi ortaya çıkar. Tarihi öğrenirken kıyas ederek araştıran; müspet ile menfiyi, iyi ile kötüyü; oryantalist zihniyetin mukallit tarih şuurundan uzak bir gençliğin devlete, millete, bayrağa sadakatinden şüphe edilemez. Konuşurken, ne konuştuğunu bilen; büyük şair Necıp Fazıl’ın ifadesiyle “kurbağa dili“ ile konuşmayan; imkânı mümkün yapıp,”olanaklaştırmayan”; imtihana girip“sınav” laştırmayan; hayatımıza girip,“yaşam”laştırmayan; velhâsılı, bir kısım sözümona aydınların tarihî bağlarımızdan, irfanımızdan, sahih geleneğimizden uzaklaştırmaya çalışmalarını akim bırakmak, yeni neslin vazifesidir. Bunu yaparken; ilmin, inancın, aklın gösterdiği yoldan ayrılmadan; Türk Milleti’nin evladı gibi hareket ederek, lisanına sahip çıkacak bir gençlik... Okuyan; çok okuyan; aklını kullanarak okuyan bir gençlik... Merak eden; boş vakitlerini değil, vakit içinde vakit üreten; araştıran, hakikate ulaşmaya çalışan bir gençlik... Dünyaya açılan pencereden yalın ayak kırık camlar üzerine atlama basiretsizliğine düşmeden; ilmen, fikren, zihnen mahalli duruşunu muhafaza ederek,dışa açılan bir gençlik...“İzm”leri ardısıra şuursuzca takip etmeyen;yeni bir “izm”in farklı bir tezahürü olan “Globalizmin” tuzağına düşmeyen bir gençlik...Yaldızlı kelimelerle süslenmiş,sözüm ona“Yeni Dünya Düzeni” adı altındaki yaftalara karşı tam teçhizatlı olarak duran bir gençlik...Bunu yaparken; cihanşümul değerlerinden taviz vermeden de bütün insanlığa mesajını ulaştırabilecek; ilmiyle, irfanıyla, inancıyla,tarihiyle teksif edilmiş haliyle yeni“izm”lere karşı yeni hedeflere açılabilen bir gençlik...Muhafazakâr Değişimi, evvela kendi iç dünyasında ,mütemadiyen diğer safhalarda hayata geçirip; bunu bütün dünya insanlığına, Türk Milleti’nin bir hediyesi ve hizmeti olarak sunabilen bir gençlik... Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun; sebatla, azimle, gayretle; ama, her şeyden önce ilmin ışığı altında bütün vasıtayı kullanarak;-tabidir ki müspet vasıtaları- tarihî vazifesini yerine getirebilen bir gençlik... Yeri geldiğinde masa başındaki kayıpları telâfi edebilecek, masaya yumruğunu vurabilecek bir gençlik... AB’ye girmeye çalışan; ama, hep kapı eşiğinde bekletilen bir milletin evladı olarak, ecdadının Viyana Kapıları’na kadar dayanma sebebine müdrik ve bunu, fert olarak kapıdan fütursuzca; eğilmeden; bileğinin hakkıyla; hürmet edilerek girme vasatını ve vasıtalarını temin edebilecek bir gençlik... Hâsılı; suya atılan taş misali, dalga dalga yayılarak, cihanşümul tarihî misyonunu, yaşayarak ve yaşatarak insanlığın hizmetine sunan bir gençlik... Sahih geleneğini muhafaza ederek, kimliğini, benliğini koruyabilen bir gençlik... İlmiyle, irfanıyla, inancıyla, istikbalin kendinde olduğunu idrak eden bir gençlik... Mazisine sahip çıkan; “hali” değerlendiren;”âtî”ye mücehhez bir şekilde hazırlıklı olan bir gençlik... İstikbal; gençlerin ve genç düşünenlerin eseri olacaktır.