Âtinin içinde saklı olan tekâmülün seyri, tarihi muhafazayla mümkündür.An’aneyi, membaından,asrımıza akıtarak,istikbalin muştusundan ümidvar olabiliriz. Heyhat ki, ne yapabiliriz de medeniyetlere beşiklik etmiş mirasımızdan kurtuluruz,şahsiyetsiz halimizi beğenmelerine arz ederiz? Hep bunun kavgasını vermişiz.Nasıl olur da ruhu, maddenin emrine âmâde kılarız; fikrimiz ve fiilimiz maalesef bu şekilde olmuştur.Mücadele edilmeden, zafer kazanılacağı zehabına kapılmışız.Gönül gözümüz görmez olmuş; kafa gözüyle her şeye bakar olmuşuz. Ferasetimizin bağlanması,geleceğimize bend olmuş. Değişmenin; tarihimizden, kültürümüzden, irfanımızdan, musıkîmizden,dilimizden, dinimizden, sahih geleneğimizden; velhâsılı topyekün bütün mazimizden kurtularak,bunları bir çırpıda paçavra gibi kenara fırlatarak necatı imkân dahilinde görmüşüz. Edebiyatı,keskin sınırlarla ayırıverdik; tarih öncesi tarih sonrası gibi. Musıkîmizi Batı tarzı değil diyerek M.Ö döneme aitmiş gibi bir hale getirdik.Yapılan her işte, tekâmülde, gelişmede, reddi miras ederek teşebbüse yeltenmişiz.Ama, her seferinde duvara toslamışız.Yine de nerede hata yapıldığını sormak aklımzın ucundan bile geçmemiş,halen daha geçmiyor. Bu halin elli yıl evveli,yüzyıl evveli yok. Şu an ve bu samimiyetsizliğimiz, reddiyeciliğimiz, temelsizliğimiz artarak devam etmektedir. Esef verici taraf ise;tarihî, millî, dinî;bizi biz yapan kıymetlerimizde hassas olduğunu zannedenler veya öyle kabul edilmesini arzu edilenler, etkili ve yetkili mercilere geldiklerinde-ki şu andakiler de buna dahildir- bir anda nisyanla malul hale düşüveriyorlar. Değişime sığınarak, derin güçlere mesaj veriyorlar. Halbuki buraya kadar,kendilerinin farklı olduğunu, bütün hassasiyetlere karşı hissiyab içinde olacaklarını vaad etmişler idi. Şu da bilinmeli ki, başkası için değişen;o, olmadığı müddetçe kabul görmeyecektir. Onlardan yüz bulmayacaktır. Her verdiği taviz, yenisini beraberinde getirecektir. Ama, hiç bir zaman o sınıfa dahil olmayacaktır. Tekâmüldeki değişim,tarihî, millî,dinî,kültür değerlerini ideolojik bir yaklaşımla değil;tam aksine medeniyetimizin birer mirası olarak kabul edilerek geleceğimize yön verilse; terakkinin, bizi biz yapan kıymetlerimizi elimizin tersiyle bir kenara atmadan,onları bütün benliğimize temessül ederek iktisadî, siyasî, sosyal sahalarda gelişmeye teşebbüs neticesinde yarınların bizim olacağı kaçınılmazdır.Maateessüf, bizler tarihimize ihanetin, ona sırt çevirmemizin hesabını tam veremediğimiz için ümidvarlıktan bedbinliğe doğru hızla gidiyoruz. Zira, bunu kendimize dert edinmiyoruz. Ne zaman ki, kendimize gelmeyi dert ediniriz; işte,o vakit iyiye doğru emarelerin olduğuna inanmaya başlayabiliriz. Görünen o ki, bizi buna sevk esecek saiklerin meydanda olmayışı,değişime muhafazayla yaklaşmayışımız, derin endişelere sevk etmektedir. Ne zamanki bir ümid ışığı görünüyor;tam çıkış bulduk diye sevinirken kara bulutların üzerimize çöküvermesi, hüznümüzü ve ümitsizliğimizi artırmaktadır. Yine de, bu millet, o ruhuna kavuşmak için gayret sarfederse, gerçek Müslüman-Türk vasfını kazanma noktasında adım atarsa, buna rehberlik edenlere de mani olunmazsa, belki istikbalin bizim olacağına ikna oluruz. Hamasetle, sloganlarla; madde-ruh beraberliğine sed çekilirse değişen bir şey olmaz. Tekâmüldeki değişimi hayata geçirmek; âtinin içinde sahih geleneği muhafaza edersek; istikbalin tam ortasına bizi biz yapan değerlerimizi yerleştirirsek ve bunu da kendimize şiar edinip yeni nesli tam techizatlı geleceğe hazırlarsak,ümidvar olmamak mümkün değildir (2003). *** “Tanyeri”nden bakıldığında, ufukta böyle bir işaret var mı?
Bir ışık görünüyor mu?
Varın; bunu da sizler tasavvur ve tefekkür ediniz.