Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği (JESTER) Başkanı 2019 yılı Temmuz ayında yaptığı açıklamada jeotermal akışkanları ile deniz suyunun kimyasal içerik olarak aynı nitelikte olduğunu açıkladı. Aslında bunun böyle olmadığını Aydın’da yaşayan cümle alem biliyor. Bilim adamları çiftçiler biliyor, yaşlısı genci çok iyi biliyor. Daha önce hiç jeotermal santral görmediği halde, jeotermallerden salınan akışkanı ilk defa gören cahil bir insanda bunun böyle olmadığını anlayabiliyor. Ama Reisköy’deki köyüne 100 m mesafedeki dereye jeotermal akışkan salınması sonucu gecenin bir vakti bunun içine düşerek yanan Nurullah daha iyi biliyor. JESTER başkanı da aslında bunun böyle olmadığını çok iyi biliyor ama yaptıkları yanlış, kanunsuz uygulamaların üstünü örtmek, daha fazla para kazanabilmek adına bu şekilde bir açıklama yapmaktan ne yazık ki geri kalmıyor. Üzücü bir durum.
Jeotermal akışkanlar içinde pek çok ağır metal, kimyasal madde, radyoaktif madde bulunmaktadır. Ama akışkanlar içinde ağır metal ve kimyasal madde denilince yoğun miktarda bulunmaları nedeniyle genelde Bor, Arsenik ve Lityum elementleri örnek verilmektedir. Yapılan bilimsel çalışmaların çoğunluğuda bu elementlerle ilgilidir.
Peki bu Bor, Arsenik, Lityum elementleri sularda, akışkanlarda, deniz sularında, topraklarda hangi miktarlarda bulunmakta? Nereden köken almakta? Etkileri neler olmaktadır?
Bor kayalarda, toprakta ve suda bol miktarda bulunan elementlerden biridir.
Bor yer kabuğunda ortalama 10 ppm, topraklarda 2 ile 100 ppm arasında, deniz suyunda ortalama 4,6 ppm değerlerde bulunmaktadır. Tatlı sudaki Bor miktarı normalde 0,01 ppm’den küçük olmakla beraber, bu miktar toprakları yüksek miktarda Bor içeren bölgelerde 1,5 ppm’e kadar ulaşır (Morgan, 1980; Woods, 1994).
Arsenik elementinin en belirgin bulunduğu ortamlar volkanik aktivitenin yoğun olduğu alanlar, kükürt yatakları, fosil ve güncel hidrotermal ve jeotermal akışkanlar, altın yatakları, kurak ve yarı kurak bölgelerdeki akiferlerdir (Helvacı, 2008). Arsenik elementince zengin yeraltı suları yerel olarak jeotermal alanlarda ve sülfid minerallerinin oksidasyona uğradığı maden işletme faaliyetlerinin bulunduğu alanlarda yaygındır.
Yeraltı sularındaki en başta gelen doğal kirleticilerden birisi Arseniktir.
Ülkemizde yeraltı sularına Arsenik bulaşmış olan ve risk taşıyan yöreler olarak Emet- Hisarcık (Kütahya) havzası, Nevşehir ile İzmir yöreleri, Ege ve Orta Anadolu grabenleri, jeotermal kaynaklar ile madencilik etkinlikleri olan yöreler sayılabilir.
Toprakta 0,1-0,5 mg/kg, bitkilerde 0,1-1,0 mg/kg, bazı hayvan dokularında 0,1- 0,5 mg/kg, doğal sularda 0,2-1,0 μg/L Arsenik bulunmaktadır.
İçme sularındaki en tehlikeli kirletici olan Arsenik, Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (IARC)’na göre insanlarda kansere sebep olan element olarak belirtilmiştir (Atabey, 2009).
İçme suyunda kabul edilebilir Arsenik derişimi Dünya Sağlık Örgütü (WHO 1993) ve Avrupa Birliği verilerine göre; 10 μg/L; Çevre Koruma Ajansı’na göre 5 μg /L ‘dir (EPA, 2010).
Arsenik embriyolarda kronik etkilere, DNA hasarlarına veya kanserlere sebep olabilir (Dons ve Beck 1993, Berg vd. 1997).
Lityum canlı dokularda bulunmaz. Lityumun yeryüzündeki ortalama derişimi yaklaşık yüzde 0,006 oranında olup dünyanın litosfer ve hidrosfer katmanlarında bulunmaktadır. Deniz suyunda yaklaşık 0,1 ppm Lityum olduğu sanılmaktadır.
Peki Aydın’daki jeotermal akışkanların içindeki Bor, Arsenik, Lityum seviyeleri ne kadardır? Bu elementler yerüstü ve yeraltı sularında hangi oranda bulunmakta? Etkileri ne olmaktadır?
SDÜ’den Ayşen Davraz’ın (2017) yayınında B. Menderes Havzasındaki jeotermal akışkanların insan ve bitki yaşamına toksik düzeyde Arsenik-Bor-Lityum içerdiği, B. Menderes Nehrinin jeotermaller tarafından termal ve kimyasal olarak kirletildiği belirtilmiştir.
Jeotermal suyun kimyasal özellikleri ile ilgili 2013-2014 yıllarında Hacettepe Ü. ve Ege Ü.’den Pınar Yanar’ın yaptığı tez çalışmalarında jeotermal suyun içinde Bor: 35-60.8 mg/l, Lityum:4.1-8.1 mg/l, Arsenik:0.033-0.039 mg/l aralık değerlerinde bulunmuştur (Pınar Yanar,2015).
DEÜ’den Orhan Gündüz’ün (2013) yayınında B. Menderes Havzasındaki jeotermal akışkanlar içindeki Arseniğin normal seviyenin 150 kat fazlası değerde, 2010 yılı yayınında ise B. Menderes Havzası yeraltı sularında Arsenik seviyesinin normalin 2-56 kat fazlası olduğu belirtilmiştir.
Niyazi Aksoy(1998) ve Doğan Akar(2006)’un yaptıkları yayınlarda jeotermal akışkanların salınımı sonrası B. Menderes Nehir suyunda Bor’un 30, SAR’nın 2, EC’in 2 kat arttığını belirttiler.
B.Menderes Nehir Havza Yönetim Planı(2016)’da ise jeotermal akışkan deşarjı sonrası B.Menderes Nehrinde Bor’un 150, SAR’ın 6, EC’ın 15 kat fazla oranlara kadar arttığı belirtildi.
Jeotermal akışkanlar içinde Bor, Arsenik, Lityum elementleri dışında radyoaktif maddelerde vardır. EÜ’den Nevzat Baştan(2013) ve SDÜ’den Feride Kulalı ‘nın (2016) Denizli jeotermal alanlarında yaptıkları çalışmalarda Radon seviyelerini DSÖ limit düzeyinden 2-72 katı fazla düzeylerde saptamışlardır.
Jeotermal akışkanlar içerdikleri ağır metal, kimyasal madde ve radyoaktif maddeler dışında sahip oldukları sıcaklık değerleri ile de normal ve deniz suyundan farklılık göstermektedirler.
Jeotermal kaynaklar sahip oldukları akışkanın sıcaklık seviyesine göre; düşük sıcaklıklı (20-70°C), orta sıcaklıklı (70-150°C) ve yüksek sıcaklıklı (150°C’den fazla) sahalar olarak sınıflandırılmaktadır.
Peki deniz suların içindeki kimyasal bileşikler nelerdir? Hangi oranlarda bulunmaktadırlar?
Deniz suyunun kimyasal bileşenlerine baktığımızda; sodyum kloride yüzde 77.8, magnezyum kloride yüzde 10.9, magnezyum sülfat yüzde 4.7, kalsiyum sülfat yüzde 3.6, potasyum sülfat yüzde 2.5, karbonat yüzde 0,5 olarak bulunmuştur.(Künzel,1989).
Su Kirliliği Yönetmeliğinin, “Deniz Suyunun Genel Kalite Kriterlerine” baktığımızda deniz suyunun içinde ölçülebilen ağır metaller olarak Bakır, Kadmiyum, Krom, Kurşun, Nikel, Çinko, Arsenik, Amonyak olarak belirtilmiştir. Bu yönetmelikte deniz suyu içindeki Arsenik için kritik değerin 0.1 mg/l, radyoaktivitenin negatif olacağı kabul edilmiştir.
Yapılan bilimsel çalışma sonuçlarına bakıldığında jeotermal akışkan ve deniz suyu içindeki ağır metal, kimyasal ve radyoaktif maddeler ile sıcaklıkların farklı olduğu, akışkan ile deniz suyunun birbirin aynısı olmadıkları çok net olarak görülmektedir.
Jeotermal santrallerin yarattığı yerüstü ve yeraltı su kirliliği, toprak ve gıda kirliliğinin tek sebebi maliyet gerekçesi ile çıkarılan akışkanların reenjekte edilmeyip su kaynaklarına salınmasıdır.
Günümüzde büyük bir sorun haline gelen jeotermal atık su problemine ışık tutulması, yüksek mineral kaynağı olan jeotermal suların ekonomiye kazandırılması, aynı zamanda toksik olan maddelerin bu sulardan uzaklaştırılarak, çevresel etkilerinin minimize edilmesi amaçlı pek çok çalışma yapılmış, yapılmak istenmektedir.
Sulardan Bor giderimi için uygulanan temel yöntemler arasında çökeltme- koagülasyon, adsorpsiyon, elektrokoagülasyon, iyon değişimi, RO yer almaktadır.
Sulardan Arsenik giderimi için uygulanan temel yöntemler arasında oksidasyon, konvansiyonel koagülasyon/filtrasyon, koagülasyon destekli mikrofiltrasyon, oksidasyon/filtrasyon, kireç-soda ve iyon değiştirme yöntemleri yer almaktadır.
Deniz suyu, tuzlu su ve jeotermal sulardan Lityumun geri kazanımında adsorpsiyon, iyon değişimi, solvent ektraksiyonu ve birlikte çöktürme gibi birçok yöntem kullanılmaktadır (Chitrakar, 2001).
2019 yılı Temmuz ayında Ege Ü.’de “Jeotermal Suların Tarımsal Sulamada Alternatif Su Kaynağı Olarak Kullanılması” konulu bilimsel toplantı yapıldı.
Bu toplantıda Ege Ü.’den Kimya Yüksek Mühendisi Yakubu A. Jarma “Tarımsal Sulamada Kullanım İçin Jeotermal Suyun Membran Proseslerle Arıtımı” konulu TÜBİTAK Projesi yürüttüğünü, projenin amacının jeotermal suların arıtılıp tarım arazilerinde kullanılabilecek hale getirilmesi ve bu kalitedeki suyun da bizzat tarlada tarımsal sulama amaçlı olarak kullanılması olacağını ifade etti.
Yine bu toplantıda Ege Ü.’den Kimya Yüksek Mühendisi Esra Altıok “Ardışık Ters Osmoz (RO)- İyon Değiştirme Yöntemiyle Jeotermal Sudan Bor Giderimi” isimli doktora tezi çalışması yürüttüğünü, bu çalışmada jeotermal sulardan bor ve arseniğin ne düzeyde giderilebildiğini araştırdığını belirtti.
Jeotermal akışkanlar içindeki Bor, Arsenik, Lityum vs. elementlerin farklı metotlarla da olsa arıtılarak akışkanların tarımsal sulamada kullanılabilecek seviyeye getirilmesi çok önemli ve anlamlıdır. Bu arıtılma işlemlerinin önem taşımasının diğer sebebi de B.Menderes Havzasının giderek kuraklık sürecine girmesi, sahip olduğu suların kirlilik seviyelerinin giderek artması, jeotermal işletmelerin kendilerinin de çalışırken yerüstü ve yeraltı suları kullanması, jeotermallerin enerji üretmek için çok fazla miktarda akışkanı yeraltından çekerek kullanmalarıdır.
Şu anda B.Menderes Havzasında bulunan jeotermal santraller 600-800 bin ton/gün akışkanı çekerek elektrik üretiminde kullanmakta, bu akışkanın 100-200 bin ton/gün miktarını reenjkte etmeyerek havzadaki su kaynaklarına salmaktadır. Jeotermal santrallerin bu şekilde çalışmaları sonucu bugün Buharkent yöresinde yeraltı su seviyeleri 300-500 metre daha derine inmiştir.
Şimdi burada sorulması gereken sorular şunlardır. Maliyet gerekçesi ile çıkarılan akışkanı reenjekte etmeyen, işlediği bu suçu bastırmak-algı operasyonu yapmak adına jeotermal akışkanı ile deniz suyunu aynı kefeye koyan Türkiye’deki jeotermal işletmecilik zihniyeti, çok daha pahalı ve zahmetli bir iş olan jeotermal akışkanların tarımsal sulamada kullanılacak niteliğe getiren arıtma işlemini yapar mı? Hangi kamu gücü bunu jeotermal işletmelerine yaptırabilir? Ama şurası bir gerçek ki mevcut jeotermal işletmecilik faaliyetleri bu şekilde devam ederse B. Menderes Havzasında tarımsal sulama yapabilmek için çok yakın bir zamanda çiftçilerin jeotermal akışkanlara bile muhtaç olacak duruma düşecek olacakları gerçeğidir.