Diyanet İşleri Başkanlığı 2019 yılı Hac Organizasyonu vesilesi ile 2 Temmuz’dan itibaren Mekke’deyiz. Mekke Koordinasyon ve İskan Ekibinde Bölge Sorumlu Yardımcısı olarak görev yapacağım. Yani hacılarımız Mekke’ye gelmeden kalacakları otelleri hazır hale getireceğiz. Hac döneminde hacılarımızın yaşadıkları illerden havalimanlarına sevk, havalimanlarında karşılamak için Mekke ve Medine’de sanki küçük bir Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluyor.
Biz de 2 Temmuz 2019 Salı günü yola çıktık. 3 Temmuz tarihi itibari ile Mekke’deyiz. Otelimize yerleştik. Umre ibadetimizi yaptık. Mekke İslam tarihi için önemli bir şehir. Hac ve umre ibadetinin yapıldığı yer. Yüce Rabbim Haccımızı kabul buyursun inşallah.
Mekke’de bulunduğum süre içinde haftalık yazılarıma devam edeceğim. Bugün sizlerle güzel bir Mekke yazısı paylaşmak istiyorum. Konya İl Müftü Yardımcısı Musa İmamoğlu Bey, uzun süreli Mekke’de görevli iken Ey Mekke Seni Seviyorum başlıklı bir yazı yazmıştı. Önemine binaen istifadenize sunuyorum:
Ey Mekke seni seviyorum.
Çünkü mülkün sahibi olan Yüce Allah; ““Şu emin beldeye yemin ederim ki ” (Tin./3) buyruğu ile senin içine girenlerin canları ve malları konusunda güvende olduklarını hissettikleri emin ve saygıdeğer bir mekân olduğunu haber veriyor. Amenna ve saddekna. Şu an bende bu emin beldedeyim. Kendimi sonsuz bir güven içinde hissediyorum. Sana gücüm nispetinde değer veriyor ve seni çok seviyorum.
Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü yüce Rabbimin “evim” dediği, bütün dünya Müslümanlarının günde en az beş defa aşk ve muhabbetle yönlerini döndükleri, gücü yeten Müslümanların; “Sonra manevi kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyti Atik”i (Kabeyi) tavaf etsinler!” (Hac, 29) emrine uyup pervaneler gibi etrafında yana yana döndükleri, bu nimete ulaşamayıp da sevgisini, tazimini bad-ı saba ile, turnalarla gönderdikleri, sevgili Peygamberimizin; “(Ey Kabe!) Ne kadar hoşsun, kokun ne kadarda güzel! Şanın, hürmetin ne kadar da yüce…” diyerek övdüğü Beytullah sende. Ben de seni görme, sana dokunma, senin sıcaklığını ruhumun derinliklerinde hissetme ve senin etrafında mecnun gibi dönme bahtiyarlığına erenlerden biriyim. Bu nimetlere mazhar olmak beni çok sevindiriyor. Sen beni sevgi denizine daldırdın, bende seni çok seviyorum ey sevgili, ey şehirlerin anası ve ey anasızların anası!
Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü bir anne şefkati ile çocuğunu susuzluktan kurtarmak için çırpınan Hacerin oğlu İsmail’e ve ondan sonra gelenlere hayat veren zemzem suyu senin yanık bağrından fışkırmakta ve hayat vermeye devam etmektedir. Sevgili peygamberimizin (sav); ”Zemzem ne niyetle içilirse o yararı sağlar” (İbn Mace, Menasik, 78) müjdesiyle milyarlarca Müslüman kana kana zemzem içiyor. İçerken faydalı ilim, bol rızık ve tüm dertlerine şifa istiyor. Ben de senin bu leziz, bereketli ve şifalı ikramından nasibini alan bir kulum. Beytullaha baka baka zemzem içip kirli bedenini temizlemeye, hasta kalbini tedavi etmeye çalışan bir biçareyim. Senin sunduğun bu bereketli ve şifalı suyu içtikçe hayat buldum. Gönlüm huzurla doldu. Bana, bu dünyada İsmail’in içip hayat bulduğu, cennetten akıp geldiği söylenen zemzemi ikram eden mübarek şehir Mekke seni çok seviyorum.
Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü Rabbimizin, “Şüphesiz Safa ve Merve Allahın sembollerindendir.“ (Bakara,158) buyurarak dikkatlerimizi çektiği bu ibretlik sembollerde senin içinde, hem de Beytullah’ın yanıbaşında bulunmaktadır. Hacer validemiz oğlu İsmail’e su bulmak için bu iki tepe arasında gidip geliyordu. O üzerine düşeni yaptı. Ümidini de hiç kaybetmedi. Sonunda ikramı ilahiyeye mazhar oldu. Bu ilahi sembolleri görüp ibret almak, ikisi arasında gidip gelmek yani say’etmek bana da nasip oldu. Hacer anamız gibi ben de koştum. Koşarken kendimi aradım. Kaybettiğim değerleri aradım. Aramayı, ararken yorulmayı, terlemeyi öğrendim. Aradığımı bulamasam da ümidimi yitirmedim. Rabbimin yolunda gidip gelmenin heyecanını ve sevincini yaşadım. Bana bu sevinci yaşatan güzel şehir Mekke ben seni çok seviyorum.
Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü gözyaşlarının sel olup aktığı, günahların bağışlandığı, ortasında rahmet dağının bulunduğu, rahman ve rahim olan Rabbimizin rahmet ve mağfiretinin coştuğu kutsal mekân Arafat sende... Sevgili peygamberimiz yüz bini aşkın ashabıyla bu kutsal mekânda vedalaşmıştı. İnsanlığa hayat veren son mesajlarını burada vermişti. Bütün acziyetimle ve günahlarımın verdiği mahcubiyetle, boynu bükük bir vaziyette bende buradayım, yani Arafattayım. Arınıp tertemiz olmak ve tertemiz yaşamak için dua ettim sevdiklerimi de unutmayıp dualarıma dâhil ettim. Sevgili peygamberimin asırlar öncesinde okuduğu veda hutbesi kulaklarımda çınladı. Heyecanlandım. Ona ümmet olmanın sevincini tekrar tekrar yaşadım. Bu sevinçle sel olup Müzdelifeye akıp gittim.
“…Arafattan ayrılıp (sel gibi Müzdelifeye) akın ettiğinizde Meş’ari Haramda Allahı zikredin…(Bakara 2/198) emri ilahisine uyarak Meş’ari Haramda rabbimin huzurunda durup halimi ona arz etmenin, O’na kul olmanın zevkini yaşadım. Dilimin döndüğü kadar zikrettim, şükrettim. Bana bu deruni zevki yaşattığın için seni gönülden seviyorum ey Mekke.
Ey Mekke Seni seviyorum!
Çünkü insanı azdıran, kandıran ve saptıran şeytanın taşlandığı, içimizdeki şeytani duygu ve düşüncelerin tamamının sökülüp taş olarak atıldığı, melekleşme mekânı sende. Allahın rahmetinden kovulduğu günden beri insandan intikam almaya çalışan şeytana, “Bismillahi Allahü Ekber Rağmen Lişşeytani ve Hızbihi” diyerek taş atma, kendimden uzaklaştırma imkânına senin topraklarında kavuştum. Bana tüm şeytani duygulardan arınma imkânını verdiğin için seni candan seviyorum ey Mekke.
Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü Mina da sende. Burası bana, İbrahim aleyhisselam ile oğlu İsmailin Allah’a olan bağlılıklarını, muhabbetlerini, teslimiyetlerini ve nihayet Allah yolunda yapılan fedakârlığın zirvesini hatırlattı. Onun için ben de seni hep hatırlayacağım, hep seveceğim ey Ümmü’l Kura.
Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü sen benim Peygamberimin köyüsün. O (sav) sende doğdu, senin sokaklarında dolaştı. Gençliğini senin dağlarında, vadilerinde kâh çobanlık yaparak kâh ticaretle meşgul olarak geçirdi. Haksızlıklarla mücadeleye senin üstünde başladı. O’na emin sıfatını senin halkın verdi. İlk evliliğine, saadet yuvasına sen şahit oldun. Yalnızlığı sende sevdi. Seni tepeden seyreden Hira dağını sevdi. Orada tefekkür etti. İlk vahye sen şahit oldun. Cibrili Emini görme şerefine nail oldun. Ve nihayet Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (sav) senin halkının arasından çıktı ey bahtiyar şehir.
Ben Onu (sav) çok seviyorum. Onun sevdiklerini de çok seviyorum. Ama Mekkeli müşrikler kendi içlerinden çıkan çok güvendikleri için “Emin” dedikleri bu seçkin insanı anlayamadılar veya anlamak istemediler. Huzur vermediler, hicrete mecbur ettiler. Sevgililer sevgilisi yurdundan, yuvasından Mekke’sinden ayrılırken hüzünle geriye baktı ve şöyle seslendi; “ Sen ne hoş beldesin, seni ne kadar seviyorum! Eğer kavmim beni buradan çıkmaya mecbur etmeseydi ben başka bir yerde ikamet etmezdim.” (Tirmizi, Menakıp, 3922). Peygamberim sevdiği için ben de seni çok ama çok seviyorum ey sevilen ve özlenen şehir.
Ey Mekke Seni Çok Seviyoruz!
Çünkü hayatımızın can damarı sensin. Huzurun kaynağı sensin. Biz seni her şeyinle çok seviyoruz ey güzel Mekke. Ne olur sen de bizi sev ey sevginin kaynağı mübarek belde.
Bugün mübarek şehir Mekke’de ilk Cuma namazımızı kılacağız. Cuma’nın hayrı ve bereketi hepimizin üzerine olsun.