Bazılarımız için vazgeçilmez icatlardan birisi olan televizyon, olup bitenlerden  en kısa sürede haberdar olabildiğimiz, bilgi ve en önemlisi eğlence kaynağımızdır. Günümüzde teknolojinin hızlı şekilde gelişmesiyle “ internet ”, televizyonun çoğu  işlevini üstlenmiş konumda. Ancak hala televizyon denilen “ eğlence kutusu ”  varlığını sürdürmekte.  Televizyon ile ilgili ilk çalışmalar 1924 yılında John Logie Baird tarafından başlamıştır.  Günümüzde kullandığımız şekilde bir hale gelmesinin temelleri ise Philo Taylor Farnsworth’un çalışmalarıyla olmuştur. Bu nedenle televizyonun icadı ile ilgili  iki isim birden anılmaktadır.  Elbette, ne Baird ne de Farnsworth televizyon ile ilgili çalışmalar yaparken  “ bir kutu icat edelim, içinde de yalan, dolan,  para kokan diziler olsun; izleyenler de bu hayatlara imrenerek baksınlar inşallah! ” dememişlerdir.  Hatta “ inşallah ” hiç dememişlerdir.  Fakat hangi kanalı açsak, birbirine yalan söyleyerek gününü gün eden karakterler şırınga edilmekte. İmrenilen hayatları elde edebilmek adına yalanlar atılıyor ortaya. Tuhaf olansa o yalanlar yeni yalanları ve hatta yalanlar devam edebilsin diye  kolaylaştırılan şartları görüyoruz. Sanki yalan söylemek çok normal ve söylemeyenler bu hayatta yer alamazmış gibi lanse ediliyor. Emellerine ulaşmak için o yolda  söylenen her yalan mubah mesajı inceden inceye veriliyor.  Biliyoruz ki dizilerin hayatımıza olan etkileri oldukça fazla. Dizide başrol oyuncusunun kullandığı herhangi bir eşya artık o oyuncunun adıyla piyasaya sunuluyor.  Diziyi izleyenler gerek oyuncuya olan ilgisi, gerekse o eşya üzerinden yapılan  reklam aracılığıyla satın alma isteği taşıyor.  Anlatmak istediğim, dizilerde ince ince bilinçaltımıza nakış misali işlenen noktalar.  Özellikle bir şeyler normalleştirilmeye başlandığı anda o konu sorgulamaya kapalı hale geliyor. Yer alan bütün ilişkilerin alt metninde birbirine yalan söyleyen  karakterleri izliyoruz. Bol keseden harcanan paralar, son model arabalar, bahçeli  büyük evler, gösterişli kıyafetler… Bunları elde edebilmek adına ortaya atılan yalanlar.  Peri masalı anlatır gibi görkemli hayatlar altın kumanda aracılığıyla evlere sunulmakta.  Peri masalı demişken; inanmadığımız, abartılı bulduğumuz, hayal ürününün zirvesinde yer alan masallarda yalanın ne kadar kötü bir şey olduğu ana fikir olarak yer  almaktadır.  Elbette kafa dağıtmak, günün veya hayatın yoğunluğuna biraz ara vermek için televizyona ihtiyaç duyuluyor olabilir. Ancak biz biraz dinlenelim isteğiyle karşısına  oturduğumuz televizyonun bize ulaştırdığı mesajlar gün geçtikçe daha vahim  bir hal almakta. En azından yalan söylemenin sıradanlaştırılmadığı ve yalan  söylemeden hayatın ilerleyemeyeceği bilincini oluşturmamak daha sağlıklı olur  diye düşünüyorum.   Bilincinize ve bilinçaltınıza sağlıklı günler diliyorum…