Bir arada yaşama kültürünün esas temeli  kindarlığı öteleyen bir medeniyet tasvvuru âdil olmayı ve liyakatı merkez alırsa; o takdirde birlik ve beraberliğin mayası atılmış olur. Bu temel, İslâm Medeniyeti’nin kardeşiliği ve bir arada yaşamanın şartlarını bize gösteren, müsamaha hudutları çerçevesinde affedicilik geleneğinde nasıl tesis edildiğinde aramak gerekir. Bir:  Uhud Savaşı’nda Hz. Hamza (ra)‘ı Cübeyr b.Mut’im’in kölesi Vahşi b.Harb (Köksal, 2005: 4/157), hunharca şehid ediyor. İki: Hz. Hamza(ra)’ın Uhud Harbi’n şehid olunca  karnı yarılıp  ciğeri çıkarılıyor, burnu ve kulakları kesiliyor (Köksal, 2005: 4/196).Vahşi b.Harb tarafından şehid edilen Hz. Hamza (ra)‘nın mübarek cesedinin karnı yarılarak çıkarılıp, ciğerinin Ebü Süfya‘nın zevcesi Hind binti Utbe tarafından dişleriyle koparıldığı ve çiğneyip yutmaya çalıştıysa da yutamıyor ve ağzından dışarı attıyor (Köksal, 2005:4/187). Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Hamza(ra)’ın naşını bu hâliye görüp karşısında durunca: “Hiçbir zaman, bir daha seninki gibi bir musibete uğranmayacaktır. Hiçbir yerde, şu durduğum yer kadar beni kızdırıcı olmamıştır. Andolsun ki, Allah Kureyşlilere karşı beni muzaffer kılacak olursa, ben de onlardan otuz ölüye böyle yapacağım” (Köksal, 2005: 4/196). Ve Mekke Ruhu, neşvünemâ buluyor: Üç: İlâhî vaad gerçekleşti ve Mekke fethedildi. İslâm ordusu haşmetiyle Mekke şehrine girdi. Peygameber Efendimiz (sav), amcası Hz. Abbas (ra)’ı Mekke Müşriklerine elçi olarak gönderdi ve ona şöyle dedi: “ Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve O’nun Bir olup eşi, ortağı olmadığına, Muhammed’in (sav) de O’nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederse, kendisine eman verilmiştir. Kim silahını elinden bırakıp Kâbe’n in yanında oturursa, ona da eman verilmiştir. Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona da eman verilmiştir.” (Köksal,2005: 6/388) “Kim Ebu Süfyan’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir. Kim Hakîm b. Hizam’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir. Kim kapısını üzerine kapatır ve elinden silahını bırakırsa, ona eman verilmiştir” (Köksal, 2005: 6/385). Dört: Peygamber Efendimiz (sav)’in Mekke’nin fethi sonrası irad buyurduğu Birinci Hutbesi’nde Mekkelilere hitaben: “Benim halimle sizin haliniz, Yusuf (as)’ın kardeşlerine dediği gibi olacaktır. Yusuf (as)’ın kardeşlerine dediği gibi, ben de: ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yargılasın! O, Esirgeyicilerin En Esirgeyicisidir!’(Yusuf:92) diyorum. Gidiniz! Sizler, azad ve serbestsiniz” buyurmuştur. (Köksal, 2005: 6/426-427). Beş: Ebu Süfya’nın karısı Hind binti Utbe’nin beyatını kabul ederek ona “Hoş geldin” (Köksal, 2005: 6/442) buyuruyor ve Hind’in ikram ettiği oğlak kebabını kabul ediyor (Köksal, 2005: 6/444). Altı: Ebu Cehil’in oğlu İkrime’nin Müslüman olurken ki hitabı: “Yâ Rasulullah, Sana karşı yaptığım bütün düşmanlıklar, müşrikliğin yayılması ve üstün gelmesi arzusuyla sana karşı attığım bütün adımlar, sana karşı geldiğim bütün yerler, senin yüzüne karşı veya arkandan sarfettiğim bütün sözler için bana Allah’tan mağfiret dilemeni istiyorum” dedi (Köksal, 2005: 6/456). Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav): “Ey Allahım, Onun bana karşı yaptığı bütün düşmanlıklardan, Senin yolundan çevirmek maksadıyla gittiği, içinde erişeceği yere kadar adım attığı ve bununla da Senin nurunu söndürmeyi arzuladığı her yerdeki tutum ve davranışlarından doğan günahlarını bağışla. Onu aleyhimde, yüzüme karşı veya arkamdan işlediği bütün kötülükleri de bağışla” buyurarak dua etti (Köksal,2005:6/456). Yedi: Mekke’nin fethi esnasında müslümanlara karşı düşmanlıklarıyla tanınan on kadar kişiyle birlikte Hz. Hamza (ra)‘ı şehid eden Cübeyr b.Mut’im’in kölesi Vahşi b.Harb (Köksal,2005: 4/157),  umumi affın dışında bırakılmıştı. Bu sebeplerden dolayı Vahşî b. Harb, Mekke’nin fethinden sonra Tâif’e kaçtı. Bu arada kendisine Hz. Muhammed’in (sav) İslâm’a girenleri affettiği bildirilince Medine’ye gitmeye karar verdi. Sakīf heyetiyle birlikte yahut yalnız olarak Medine’ye giden Vahşî, Mescid-i Nebevî’de Resûl-i Ekrem’in huzurunda müslüman oldu. Vahşî, Resûlullah’ın huzuruna çıktığında veya onun kendisine haber gönderip İslâm’a girmesini istediğinde Vahşî günahkâr olduğunu söyleyerek tereddütlerini ifade edince Resûl-i Ekrem, “Kim tövbe edip iyi davranışlarda bulunursa şüphesiz o kişi tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner” âyetini okumuştur (el-Furkān 25/71). Bunun üzerine Vahşî, “Ey Allah’ın resulü! Ben neredeyse küfre denk bir günah işledim. Allah bunu da hasenata çevirir mi?” diye sormuş, Resûlullah da, “Allah kendisine ortak koşulması dışında bütün günahları dilediği kimse için bağışlar” âyetiyle (en-Nisâ 4/116) cevap vermiştir. Bununla da tatmin olmayan Vahşî, “Burada Allah’ın dilediğini affedeceği bildiriliyor, beni bağışlamayı diler mi dilemez mi bilmiyorum” deyince, Hz. Peygamber, “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan, çok esirgeyendir” âyetini okuyarak (ez-Zümer 39/53) Vahşî’nin bütün endişelerini gidermiş, bunun ardından Vahşî İslâm’a girmiştir. Bu sırada Vahşî’den amcasını nasıl şehid ettiğini anlatmasını isteyen Resûlullah onu dinlerken büyük bir teessüre kapıldı. Bununla birlikte Resûl-i Ekrem Efendimiz, Vahşî’yi cezalandırmadı. Sadece amcasının katledilişini hatırlamak istemediğinden gözüne görünmemesini istedi (Küçükaşcı, 2012:  450-451).