Kanser, genetik ve/veya çevresel faktörlerin etkisiyle normal vücut hücrelerinin, kontrolsüz olarak bölünen, yakın veya uzak dokulara yayılabilen hücrelere dönüşmesidir. Kanserin nedenleri yüzde 5-10 genetik, yüzde 90-95 çevreseldir. Çevresel faktörler arasında en önemli faktör yüzde 30-35’lik oranla tütün ve tütün ürünleri kullanımıdır. Sigara dışındaki en önemli kanser nedeni diyet-kilo-fizik aktivite bileşenlerinden oluşan beslenme ile ilgili alışkanlıklardır. Farklı kaynaklara göre kanserin beslenmeyle ilişkisi yüzde 10-70 arasında değişip, ortalama yüzde 35’tir. Sigara kullanımı, beslenme alışkanlığı ile beraber gerek yaygınlık, gerekse de risk büyüklüğü açısından en önemli iki kanser nedeni olarak karşımıza çıkmakta olup, her iki faktör birlikte ele alındığında tüm kanserlerin yaklaşık yüzde 80-90’ından sorumlu oldukları düşünülmektedir. Kanser, son yıllarda, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de en önemli toplumsal sağlık problemlerinden biridir. Yirminci yüzyılın başında dünyada tüm ölüm nedenleri arasında 8’ci ölüm nedeni olan kanser, yirmibirinci yüzyılın başında kardiovasküler hastalıklardan sonra ikinci ölüm nedeni haline geldi ve 2030 yılına kadar hızla artarak birinci sıraya yerleşeceği öngörülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 yılı verilerine göre, tüm dünyada 12.4 milyon yeni kanser vakası, 25 milyon kanserli hasta ve 7.6 milyon da kansere bağlı ölüm vardır. Gerek kanser vakalarının (yüzde 56.8), gerekse de kanserden kaynaklanan ölümlerin (yüzde 64.9) yarısından fazlasının az gelişmiş ülkelerde olduğu gösterilmiştir. Vücudun büyümesi, yenilenmesi ve çalışması, sağlığın korunması ve geliştirilmesi için gerekli olan enerji ve besin öğelerinin bireyin gereksinimi kadar alınması ve vücutta uygun şekilde kullanılması durumuna “Yeterli ve Dengeli Beslenme” denir. Kanser, genetik yatkınlık veya dayanıklılık esasında ortaya çıkan bir hastalık olmakla birlikte, beslenme kanseri dengeleyen veya organize eden faktör olarak görünmektedir. Besinler kanserden koruyucu özellikleri olanlardan kansere yol açanlara kadar oldukça geniş bir spektruma sahiptir . Hatalı ve dengesiz beslenme alışkanlıkları ile besinleri yanlış hazırlama ve pişirme yöntemleri, kanser, kalp damar hastalıkları, şeker hastalığı gibi hastalıkların oluşumunda rol oynamaktadır. Yeterince fiziksel aktivite yapmayan, sedanter yaşayan ya da şişman olan bireylerde kanser riski artmaktadır. “Proteinler” hayvansal veya bitkisel kökenli olarak ikiye ayrılır. Meme ve sindirim sistemi kanserleri total protein alımıyla, meme kanserleri ise hayvansal kaynaklı protein alımıyla ilgilidir. Hayvansal kaynaklı protein alımının artması, yağ ve enerji miktarlarındaki artışı da beraberinde getirerek fazla kilo ve obeziteye yol açarak kanser riskini artırmaktadır . Pankreas kanser riski ile et tüketiminin ilişkisinde salam, sosis, sucuk gibi işlem görmüş etlerin etkisinin yüksek olduğu bildirilmiştir. “Yağlar” vücuda en yüksek enerji veren besinlerdir. Kaynakları, hayvansal yiyecekler (çeşitli etler, yumurta, süt), bitkisel yiyecekler (yağlı tohumlar, kuru yemişler), işlenmiş yağlar (tereyağı, zeytinyağı, mısırözü yağı, ayçiçeği yağı, kuyrukyağı) ve doyurulmuş bitkisel yağlardır (margarinler). Diyette alınan yağ oranı arttıkça akciğer, kolon, rektum, meme ve prostat kanser riski de artmaktadır. Kanserojen maddeler yağ içinde birikmektedir ve fazla yağ alımı bu maddelerin vücuda girişini artırmaktadır. Yağ asitlerinin kalp krizi, kalp ve damar hastalıkları, depresyon, migren türü baş ağrıları, eklem romatizmaları, şeker hastalığı, yüksek kolesterol ve tansiyon, bazı alerji türleri ile bazı kanserler gibi birçok hastalıktan korunmada önemli etkisi olduğu tespit edilmiştir. Balık yağlarının kanser üzerinde direkt tedavi edici etkisinden çok, hastalıktan korunma ve ağrıları dindirici etkisi daha yaygın olarak görülmektedir. Konjuge Linoleik Asite (KLA) ilgi, KLA’nın kansere karşı koruyucu ve vücut yağını azaltıcı etkisinin ortaya konulmasından sonra artmıştır. Hayvanlarda tümör büyüme, metastaz inhibisyonu, hücrelerde kanser hücre proliferasyonunun inhibisyonu, hayvanlarda anjiogenezis inhibisyonu etkileriyle KLA, antikansorejen etki göstermektedir. Vücut yağını azaltıcı, bağışıklığı arttırıcı ve antikanser, antidiyabet, antiobezite ve antiteratojenik özellikte olup insan sağlığı üzerine yararlı etkileri bulunmaktadır. “Karbonhidratlar” başlıca enerji kaynağımızdır. Tatlarının hoş olması ve çabuk enerjiye çevrilmeleri tüketimlerini arttırmaktadır. Rafine ve boş enerji verenler şişmanlığa, insülin direncine yol açtığı gibi bazı kaynaklara göre dengesiz tüketimleri hastalıkta risk etkeni oluşturmaktadır. Kilo fazlası olanlarda şeker alımı özellikle daha fazla risk oluşturmaktadır. Akdeniz ülkelerinde yapılan çalışmalara göre rafine edilmiş unların (beyaz un) kullanımı mide, kolorektal, meme, üst sindirim sistemi ve tiroid kanserleri riskini arttırmaktadır. Kanserden koruyucu besin tüketiminde günde en az bir kez baklagillerden (kuru fasulye, soya, nohut, mercimek, bezelye, barbunya) bir porsiyon ve tam tahıl ürünlerinden (kabuklu pirinç, bulgur, tam tahıl makarnası veya ekmeği) bir porsiyon tüketmek önerilmektedir. Tam tahıllar, baklagiller, meyveler, sebzeler, kuru yemişler ve çekirdekler zengin lif kaynaklarıdır ve kanserden koruyucu diyetin başlıca bileşenleridir. Posanın fazla alınması kabızlığı önleyerek bağırsakların düzenli olarak çalışmasını sağlamakta ve kolon-rektum kanserleri oluşumunu engelleyebilmektedir. Aşırı şeker tüketimi ile kanser arasındaki ilişki saptanmıştır. iki kez Nobel Tıp ödülünü alan Alman Otto Warburg kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizmasının olduğunu göstermiştir. Vücudun normal hücreleri, enerjileri için hem oksijenli hem de oksijensiz metabolizma yollarını kullanırlarken kanser hücreleri sadece oksijensiz metabolizma yolunu kullanabilmektedirler. Kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanırlar. Karbonhidrattan zengin beslenme sonrasında yükselen insülin ve insülin benzeri büyüme faktörü-1, tümör proliferasyonunu artırmaktadır. İnsülin ve kan şekeri düşük olduğunda kanda yükselen keton cisimciklerinin, hücrenin malign karakter kazanmasında ve tümör hücresinin proliferasyonunun azalmasında rol oynadığı birçok çalışmada ve fare deneylerinde gösterilmiştir. Beslenme şeklimiz ve yediklerimiz kanser oluşumunu etkilemektedir. Günümüz yaşam tarzında “gıda katkı maddeleri” beslenmemizin bir parçası haline gelmiştir. Katkı maddelerinin bir kısmı kanserojen iken, bir kısmı da kanserojenlerin etkinliğini artırmaktadır. Dulcin, cin- namylanthranilate ve thiourea, gibi bazı sentetik katkı maddelerinin karaciğer kanserine neden olduğu yapılan deneylerle tespit edilmiş. N- nitrosodimetilamin (NDMA) alımının gastrointestinal traktus kanser riskini arttırdığı saptanmıştır. Özellikle fazla bira tüketenlerde NDMA fazla oranda alındığı için kolorektal kanser riski de yüksektir. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda furanin (bebek mamalarındaki katkı maddesi) kansere yol açtığı ve özellikle karaciğer kanseri gelişiminin doza bağlı olarak arttığı bildirilmektedir. Özellikle besinde mikrobiyal çoğalmayı önlemek ve raf ömrünü uzatmak için işlenmiş et ürünlerinde kullanılan nitrit ve nitrat tuzları sindirim sisteminde nitrosaminlere dönüşerek kanserojen bileşikleri oluşturmaktadırlar. Bu bileşiklerin mide ve özefagus kanser riskini artırabileceği bildirilmektedir. Diyette bu yiyeceklerin mümkün olduğunca az ya da hiç tüketilmemesi önerilmektedir. Tüketildikleri zaman da nitrit ve nitratların zararlı etkisini azaltmak için bu katkıları içeren besinlerin C vitamini içeren taze sebze ve meyvelerle birlikte tüketilmesi önerilmektedir. (DEVAMI YARIN)