Hey siz! Şehri yöneten kırmızı kravatlılar! Belediye bütçesinden aldığınız tekerlekli sandalyelerin yanı başında ‘ben verdim’ edasıyla objektiflere poz verenler! Yine belediyeye fatura ettirilen, Çok şekerli ya da glikozlu suda yüzdürülmüş lokmaları, plastik tabağa doldurup bir teyzeye uzatırken yaşanan gurur, kevgir tutuştaki asaletli bakışların sahipleri!(Ne asalet ama) Ya arkadaş, siz bu milleti ne zannediyorsunuz? Kendini kahraman sanan kaf dağının komedi sanatçıları, Bir elin verdiğini öbür el görmeyecekti hani? Hani dinimizde deşifre etmek yoktu yardım edilen muhtaç kişiyi? Duyduğuna söyleyip duymadığına haber gönderen mahalle dedikoducuları gibi bu olayı bir de basına kendileri servis ediyorlar. Yani bu pozları siyasi döngü olarak kullanıyorlar. Sizi gidi kırmızı kravatlılar, sizi gidi fönlü saçlılar sizi… * Bir yoksula yaptığınız yardımı en yakınlarınız dahi bilmemelidir. Çünkü yardımlaşmak vicdanımızın sesidir. Sosyal bir sorumluluktur yardımlaşmak. Amacınız, siyasi reklam ya da varlıklılık egolarınızı şişirmek değil, toplumsal bir görevi mütevazılıkla yerine getirmek olmalıdır. Herkes görsün, işitsin, kendisini övsün diye yapılan yardım, din ya da insanlık duygusu ile yapılmış iyilik olamaz. Bu gibi davranışlar yardım edilen kişiyi deşifre eder ve kişiyi arlandırır. * Bursa’da yıllar önce yaşanan bir yardımlaşma örneği belki kulağınıza küpe olur. ‘Tıp öğrencisi Bursa’daki Bilge Kitapevi’nin raflarını karıştırırken aradığı kitabı bulduğuna sevindi. Kitabın arkasını çevirdiğinde gördüğü fiyat gülümsemesini dondurdu. Belli etmeden sayfaları hızla geçti, aradığı bölümü buldu. Kitapevinin sahiplerine gizlice baktı. İkisi dünyadan habersiz müşterilerle görüşüyorlardı. Öğretmenin ödev verdiği yeri hızlıca okudu, bitirince dışarı çıktı. Ertesi gün yine geldi ve kitabın olduğu bölmeye geçti. Allah’tan raflar kendisini gizliyordu, hızla sayfayı buldu ve okumaya başladı. Öğrenci yaklaşık bir ay boyunca iki günde bir kitapevine gidip dersine çalıştı, iş yerinin iki sahibi iç farkına varmadılar. Bitirme sınavına bir hafta kala kitapçıya yine hayalet gibi sessizce süzüldü. Kitabın olduğu rafa geldiğinde kitabı bulamadı. Alt rafa, üst rafa baktı, bulamadı. Genç öğrencinin rengi attı. Belli etmeden tüm rafları inceledi. Kitap satılmıştı. Buz gibi bir renkle orayı terk ederken bir aydır ilk defa kitapçının iki sevimli sahibiyle göz göze geldi. “ Merhaba” dediler. “ Merhaba ” “ Oturmaz mısınız?” Öğrenci sessizce kendisine gösterilen tabureye oturdu. Kitapçı tezgahın altına uzandı. Genç öğrencinin korku dolu bakışları altında kitabı çıkardı. “ Geçenlerde biri geldi ve fiyatını sordu alacak gibi göründü. Ben de raftan indirdim ve senin için sakladım. Buradan alıp okuyabilirsin.” Dedi. Genç öğrenci, doktor çıktıktan sonra da Vural ve Mustafa Bey’i hiç unutmadı, bu vefalı insan yaşamını yoksul ve kimsesiz hastalarına adadı.’  *** Vural ve Mustafa Bey’i model alın… İnin artık afişlerden, bilborlardan. Kendinize gönüllerde yer arayın. Karışın gerçek hayata. Bu yolunuz yol değildir. İyi etmiyorsunuz…