Denizden dalga sesleri geliyor, içini derdini almış. Katlaya katlaya delice vuruyor kayalara. Kayalar alışmış denizin bu haline. Bilir ki deniz kızarsa bir şeylere, ondan çıkaracak hırsını. Kaçsa kaçamıyor. Kaçış nereye kadardır?… Veya kaçış neden, kimden, neye ve niye? Aşınmış kaya zamanla, yaşlanmış farkında. Var olan hiç bir şey aynı kalmıyor ki zaten... Kaya bu! Dimdik duruyor yine. Benim aşkım deniz, diye haykırıyor güneşe. Aşkımın dalgalarının oluşturduğu beyaz köpükler yanağıma kondurulan öpücükler. Kaya öyle yorgun ki sıcaktan yanıyor. Deniz anlamış onun bu halini, okyanustan taşıyor buz gibi suyunu. Bir serinlik getiriyor kayanın yüreğine. Bazende öyle mahcup ki deniz, güneşle fısıldaşıp kayanın yanından nazlıca süzülüyor. Hangi zamandan hangi zamana? Deniz kucaklıyor kayayı en mavisiyle. Mutluluk şarkısını söylüyor martılar. Güneş bile kıskanıyor sevgilerini. Deniz o gün söz veriyor kendine. Güneş şahidim, yağan yağmurlar ecelim olsun. Bir daha kayayı incitmeyeceğim. Zaman bizden yana olmasa da ben hep onun içinde kalmaya devam ederim diyor güneşe… Güneş: İki şey dünyayı egemenliğinde tutar: Biri kılıç, biri düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir. Canlı, cansız tüm varlıklar değişir. Aşk, bir sanattır, var oluş ile yok oluş arasındaki ince bir çizgidir. Her bitiş, size yeniden yazmak için iyi bir bahanedir.