Huzurevlerinde yaşayan üreten ve tüketen beyinlerin akıbetleri hakkında konuşuyorduk. İki tipik örnekten bahsedeceğim sizlere. Birincisi yaşamını üreten beyin olarak geçirmiş ve yetmişe merdiven dayadığı halde nasıl hala ötekileri için koşturduğunu, empati ile nasıl zenginleşip nasıl fiziken ve ruhen dipdiri kaldığını paylaşacağım.İkincisi ise ampute edilmiş bacağı ve yarım adamlığıyla kalmış eksik bedeninin ruhunuda nasıl huzursuz hale getirdiğini(aksinin doğruluğunu konuşmuyoruz) anlatacağım tüketen beyin olması hasebiyle. Huzurevinde göreve başladığım günlerde ilk dikkatimi çekenlerden birisiydi C.Bey.O’nun ufak tefek bedeni ama mütemadiyen gülen bir siması vardı.Herkesin durağan statik şekilde zamanı öldürmeye(?) çalıştığı bir huzurevinde hiç boş durmaması, sürekli hareket halinde olması dikkatimi çekmişti. Huzurevinin sakinlerini tanımaya çalıştığım zamanlarda O’ndan başlamıştım ondaki bu güzelliğin  ve genç görünmenin  sırrını merak etmiştim.Altmışbeş yaşlarında,kıvırcık-ağarmış saçları ve tedirgin ama mütebessim minnet dolu yüz mimikleri dikkat çekiyordu.Sürekli başı önünde her yardım isteyene bedenini feda eden asla duyarsızlık göstermeyen atak ve çevikliği onun asıl alametlerinden idi. Aslında Egenin efelerinden olan ve kırk yıl evvel Alamanyaya giden bu almancı kardeş orada çalışkanlığı ve sebatkarlığıyla işadamı olmuş, çoluk çocuğa karışmış yer yurt sahibi olmuş ama memleket hasretinden ailesini ikna edemediği için eşinden boşandıktan sonra sadece vatanında yaşamak için bile olsa huzurevinde yaşamayı tercih etmişti. Kitap okumayı çok seven, güleç yüzlü melek-meşrep C.bey,kainatın sahibinin; kullarının kendileri için yapmalarını istediği görevleri de hiç aksatmazdı.Yüzdört nolu odasına kimseyi sokmaz her türlü temizliğini huzurevi personelini bile sokmadan kendisi yapardı.Almancası mükemmel olduğundan huzurevine gelen Almanlarla her türlü dialoğu C.bey kurardı.Gerektiği kadar konuşur, kağıt okey satranç vb.oyunları bildiği halde artık onlarla kaybedecek vaktim yok diye reddederdi.Çok meraklı ve hikmete düşkün ,olayların içyüzünü bütün fotoğraf içindeki anlamlarını merak ederdi. Her türlü iletişime açık her daim güler yüzlü ve özellikle insan davranışlarına aşırı duyarlıydı.Almanya’da yıllarca yaşamış olmasının getirdiği disiplin ,düzen,obsesyon ve ülkesinde gördüğü sistem düzensizliği belkide  ondaki aşırı şüpheci davranışlara ve güvencin-kalbi gibi herşeyden kolayca etkilenmesine yol açıyordu. Bu kadar saflık ve kalp arınmışlığı onda bazı içgörüler ve ruhsal öngörülere yol açmıştı. Huzurevinde kronik vb.hastalıklardan veya ansızın vefat eden hastaların ölecekleri ona bildiriliyordu.”Ama konuşmama izin yok” diye hayıflanırdı.Ölmeden önce ilgili kişinin sureti veya oda numarası namaz kılarken gönlüne gelir ve “ayaklarım beni onun yanına götürür istemeden”diyerek vardığında o kişiyi vefat etmiş bulurdu. Gençliğinde birçok spor dalıyla uğraşmış, yemek için yaşamayan(ihtiyaç kadar yiyen), yüz altmış santim boyu ve ellibeş-altmış kilosuyla atom karınca izlenimi uyandırırdı ilk görenlerin zihninde.Almanya’dan her izne gelişinde steyşın arabasının arkasına satın aldığı üç-beş tekerlekli sandalyeyi ihtiytacı olanlara dağıta dağıta memeleketinin yolunu tutardı. İşte böylece, üreten bir beynin huzurevinde bile olsa güzel huzurlu bir yaşama gerçekten nasıl kavuştuğunun  sosyo-kültürel görünümünü bir nebze olsun zihinlerinize nakşedebildim inşallah… Şimdi “tüketen beynin” örneğini vereyim isterseniz : Bir akşam üstü huzurevine,il sosyal hizmetler müdürlüğünden birçok yerde olay çıkararak farklı huzurevlerinden soruşturma geçirip, mimlenerek atılmış ve en son Ada huzurevinde kalması kontenjandan(ücretsiz)uygun görülmüş olaylı bir insanın resmi yazısı gelmişti.M.bey’in sayısız vukuatı vardı ve anlaşıldığı kadarıyla davranışlarıyla ve kronik rahatsızlıklarıyla birçok devlet kurumu hem zora sokmuş hem de kendi sosyal kredisini tüketerek barınacağı yerleri dahi bir bir ortadan kaldırmıştı. Tabi kurumun idarecisi olan doktor ve ben iki hekim olarak gereken tebdirleri alıp personele M.bey hakkında ayrıntılı bilgi verip nasıl davranacaklarını nasıl dikkatli olmaları gerektiğini  anlatmıştık uzun uzun.Karşı cinse tacizci davranışlar, küfürlü hakaretli konuşmalar,buyurgan ve emir veren tavır ve davranışları çok rahatsız ediciydi.Tüm personel ve biz hekimler otoriter, soğuk ve resmi ve ciddi davranmamıza rağmen M.bey yanlış  ve rahatsız edici davranışlara devam ediyordu.Kendisinden çok genç ama hayli fedakar ,güleryüzlü ve iyiniyetli olan bayan personellere uygunsuz davranışlara ancak anında hekimi olarak müdahele edince durdurabiliyorduk. Çalıştığım süreç boyunca az çok tanımaya çalışmak için ara ara yemek yerken ve tek sosyalliği(eğlencesi)olan taşlı okey oynarken öğrenmeye çalıştığım hayat hikayesinden onun asla üret(e)meyen ama çok ciddi bir “tüketen beyin” olduğunu farketmem zaman almadı.Gençliğinde başında kavak yelleri estiği zamanlarda ,rızkı için gittiği yurtdışında babasının inşaat ustalığı sayesinde kazandığı ciddi parayı hovardaca harcamış yemiş tüketmişti. Vatanında kazanıp biriktirdiğini sermayeye dönüştürme tekliflerine kulak tıkamış ve keyf ve hedonizmle(zevkperestlik) ömür sürmüştü. Gel zaman git zaman yaş ilerleyip beden-bineği tökezlemeye başlayınca diabetin ilerleyici göz ve sinir sistemi komplikasyonlarından sağ ayağını ampute etmişlerdi.Huzurevine geldiğinde iki koltuk değneği ile yürüyordu. Onunla yaşam hikayesini dinlerken aslında aklının hiçte fena olmadığını farketmiş ve onu sabırla dinlemeye ve tek sosyal-kontağımız olan okey oynamaya çalışırken duyduğum acı itiraflarının artık çok anlamsız olduğunu öğrenmiştim.Ve aynı zamanda yaşından hayli büyük gösteriyordu,ama artık atı alan üsküdarı geçmişti,yaydan fırlayan ok geri kınına dönmüyordu.Çok mutsuz, etrafında kimsesi pek kalmamış, insülin yapmaktan vücudu delik deşik, öfkeli,anlayışsız yaşamında anlamın kaybolduğu yaşayan zombi-beyin misali bir biolojik-robota dönüşmüştü nerdeyse.Kronik depresyon(ve çıkmaz sokak gibi sonunda bekleyen demans) tükettiği beyninin bedeli olacaktı belki huzurevlerinde akıbetini bekleyen bir çok can sahibi gibi… Hulasa etmenin zamanı geldi artık, haftalardır söylemek istediklerimizi; dünyada “sosyolojinin kurucu babası” olarak bilinen İbn Haldun bakın  birkaç kelime ile ne güzel özetlemiş “üreten ve tüketen beyni”: “Beyin , değirmene benzer, habire bişeyler öğütür/üretir, Öğütecek/üretecek bişey bulamazsa şayet,KENDİNİ ÖĞÜTÜR”…(SON)