Hani bazen nerde o eski aşklar diye başlar derin muhabbetler. Doğruluk payı var mı yok mu tartışması çok su götürür. İçinden çıkılmaz hal alır ama en nihayetinde birazda zamanın efsaneleşmiş anlatımları ile yoğrulan eski aşk hikayeleri mutlak galip gelir. Zamanımızda maddiyattan sıyrılıp gönül gözünü açmaya fırsat bulamayışımız ne kadar geçerli bir bahanedir bilmiyorum. Ama her zaman gıpta ve hayretle anlatılır, dinlenir bu mazinin aşk hikayeleri.Muhteşem Süleyman lakaplı Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultanla olan aşkına detayları ile olmasada bir dizi ile vakıf olduk milletçe Elhamdülillah. Bir ömre sığmayan bu büyük aşkı bir kaç senelik dizi senaryosu ile özetleyip hazmettik. Bu devir aslında daha gıpta edilesi bir aşka daha tanıklık etti aslında. Bu büyük aşkın meyvesi olan Mihrimah Sultan’a adanan bir kalpte Koca Sinan’ın sol yanında attı gizlice. Gizlice dedik ama tabi hiç bir sevda küçük bir kalbe sığmaz. İllaki taşar ve geçtiği yerlerde izler bırakır.  Topkapı Sarayı'nda 1522 yılında doğan Mihrimah'a, Farsça'da Güneş ile Ay anlamına gelen adını, babası Sultan Süleyman koyar. Zaman geçip, Mihrimah Sultan 17 yaşına geldiğinde evlilik için iki aday gündeme gelir. Biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeri ise Baş Mimar Koca Sinan. Mimar Sinan o yıllarda evlidir ve 50'li yaşlarındadır. Mihrimah, Hürrem Sultan'ın da girişimleriyle kayıtlara rüşvetçi ve entrikacı kimliğiyle geçen Rüstem Paşa'yla evlendirilir. Kendine olan aşkını bilen Mihrimah Sultan yıllar sonra Koca Sinan’ı huzuruna çağırır ve O’ndan İstanbul’da güzel bir yere kendi adında bir camii yapmasını ister. Mihrimah, Sinan'ın "Nereye yapılmasını arzu edersiniz" sorusuna "Yerini sen seç" diye cevap verir. Bunun üzerine Mimar Sinan, 1540 yılında Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Külliyesi'nin temelini atar. Külliye, 1548 yılında tamamlanır. O günden Mihrimah Sultan ile Mimar Sinan'ın bir araya gelmesi için aradan tam 14 yıl geçmesi gerekecektir. Mihrimah Sultan 1562 yılında Mimar Sinan'ı bir kez daha huzuruna çağırır ve İstanbul'da kendi adına bir külliye daha yapmasını ister. Bu külliyenin yerini de tıpkı ilkinde olduğu gibi yine Koca Sinan seçecektir. Sinan da ikinci külliye için İstanbul'un en yüksek tepesini seçer. Yeni külliye Edirnekapı surlarının dibine inşa edilecektir. Rivayete göre Koca Sinan derin bir tutkuyla âşık olduğu Mihrimah Sultan'a kavuşamamıştır ama ona olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Kimi sanat tarihçilerinin iddialarına göre, Mihrimah Sultan adına yapılan külliyelerin duru, gösterişsiz ve asil duruşuna rağmen içinin alabildiğine aydınlık olmasında da Sinan'ın duygularının izleri sürülebilir. Acaba Sinan Mihrimah Sultan'ın iç güzelliğini bu şekilde mi anlatmaya çalışmıştır? Yine iddialara göre Sinan'ın Mihrimah Sultan'ın eşi Rüstem Paşa için yaptığı caminin çinileri ve süslemelerinin tüm ihtişamına rağmen diğer bütün yapılarının aksine daha karanlık olmasının altında da bu aşkın izleri vardır. Matematik dehası Sinan, Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır da gizlemiştir. Mihrimah Sultan'ın Güneş'le Ay anlamına gelen ismine ithaf edercesine yılın sadece birkaç gününde (Nisan ve Mayıs aylarında) bir caminin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğmaktadır. Hiçbir zaman kavuşamadığı aşkına adadığı bu iki yapıyı böyle bir muhteşemlikle süsleyerek adete içindeki aşkı sessizce haykırmış ve bir miras olarak bizlere emanet etmiştir. Sinan’ın aşkı hem iki ibadethane ile vücut bulmuş, hemde kendisinden başka kimsenin aklına gelmeyecek bir gizeme imza atmıştır. Bunun bir efsane olduğunu söyleyenlerde vardır. Hatta hiçbir zaman kanıtlanamadığını böyle bir aşkın asla olmadığını söyleyenlerde. Ama bence burdan çıkan ders şudur. Bu muhteşem hikayeyi dinlediğimiz anda Mimar Sinan’ın böyle bir şaheseri yapmış olmasından kuşku duymayıp, hadi ordan o kadar da değil diyemediğimiz gerçeği, Sinan’ın severse böyle seveceğinin kanıtıdır.  Bazı aşklar sadece efsanelerde kalmış, asla gerçekliği kanıtlanamamış olsa da, Koca Sinan olmak, yaşamından yüzyıllar sonra bile hayranlıkla anılmak asla efsane değil. Sinan’ı efsane üstü yapanda işte bu özelliği. Çünkü hala onun eserlerine dokunabiliyor ve o eserlere bakarken bile O’na hayranlık duyabiliyoruz. İşte bu gerçek tüm efsanelerde daha inanılmaz aslında.