GİRİŞ Malumdur ki Sosyolojide değişmeyen tek şey değişmektir. Şayet bu değişiklik toplumun ilim-amel ve ahlaki noktada irtifa ve terakki kaydetmesi şeklinde doğru orantılı olursa buna tekâmül (gelişme) denir. Nitekim bir ayette: “Allah içinizden iman etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini artırır. Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. (Mucâdele,11 ) diye ifade buyrulmuştur. Arapçada “vav” harfinde cem’iyet (artı) anlamı vardır ama tertip (sıralama) anlamı yoktur. Binaen aleyh önce ilim mi iman mı olacak tartışması lüzumsuzdur. Zira bilgiden esas maksat Allah’ı bilmektir. Merhum Üstadın ifadesiyle: “Marifet Allah’ı bulmaktır, gerisi çelik-çomaktır.” Zaten ilk nazil olan ayetin de: “Oku!” şeklinde gelmesi, imanı tahkikinin ilimle kabil olacağını; salt inandım demenin ise suri ve taklidi bir imandan öte geçemeyeceğini iş’ardır. Dolayısıyla ilimle din birbirini ikmal eden iki yarımdır. Nitekim bazı din ve ilim adamları şöyle demişlerdir: -Bir tabiat kanununu ifade eden her formül, Allah`ı öven bir İlâhîdir." (Maria Mitchell) -Hangi sahada olursa olsun, ilimle ciddî şekilde meşgul olan herkes, ilim mabedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: "İman et!" İman, ilim adamının vazgeçemeyeceği bir vasıftır." (Max Planck) -Kâinatın Yaratıcısına olan inanç, ilmi araştırmanın en kuvvetli ve en asîl muharrik gücüdür." (A. Einstein) -Vicdanın ziyası ulûm-u diniyyedir (dinî ilimlerdir). Aklın nuru fünûn-u medeniyyedir (modern fenlerdir). İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervâz eder (uçar). İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassub; ikincisinde hîle, şübhe ve inkar tevellüd eder." (Bediüzzaman) -Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır." (A. Einstein) -İlim ile din, birbirini nefyetmez (inkâr etmez), bil`akis tamamlar. Çünkü bunlardan biri aklın, diğeri gönlün (kalbin) ışığıdır. Ve insan ne yalnız akıldan, ne de gönülden ibarettir. Fakat hem akıl, hem de gönül sahibi bir varlıktır. Dinsiz ilim belki aklı tatmîn eder, fakat muhakkak ki gönlü karartır. Nitekim ilimsiz din de ruhu ve gönlü ışıtır, fakat aklı karanlıkta bırakır. Binaenaleyh, insanlığın hayrı ve faydası, ne bugün olduğu gibi yalnız ilme bağlanmaktır, ne de orta çağda Avrupa’da olduğu gibi yalnız dine sarılmaktır. Ancak her ikisine birden sahip olmaktır." (Ali Fuad Başgil) -Allahu Teâlâ`nın mahlûkatını inceleyen fen adamları, O`nun büyüklüğünü herkesten iyi anlarlar."(F. Razî) Yozlaşma = Yok olma Eğer toplumdaki değişim iman ve ahlaki gelişmeyi intaç etmez (sonuç vermez) se bu salt değişimin (günümüz dünyasında olduğu gibi) savrulma ve büyük bir dejenerasyonun sebebi olması kaçınılmazdır. Bunun adı ise tereddi (gerileme-aşağı ve dibe vurma) olup toplum açısından yok olmanın ta kendisidir. Nitekim Geçmişten günümüze kadar pek çok toplum gelip geçmiştir Bunlar varlıklarını bugüne kadar niçin sürdürememiştir? Kur'ân-ı Kerim’in bizlere bildirdiğine göre Hz. Allah her kavme doğru yolu göstermeleri için peygamber göndermiş, peygamberler de onları iman ve itaate çağırmışlar, taşkınlık, zulüm ve isyanı terk etmelerini istemişlerdir. Ancak o kavimlerin pek çoğu bu peygamberlerin davetine uymadığı gibi onları yalanlamışlar, hatta eziyet edip öldürmüşlerdir. Cenabı Hak çeşitli kereler o kavimleri uyarmış, ancak düzelmeyince helak etmiştir. Kur'ân-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmektedir: * “Onlardan (Mekke halkından) önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkan ve iktidarı onlara vermiştik Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık Topraklarından nehirler akıttık Sonra da günahları sebebiyle onları helak ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik” (Enam,6) *“Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar” (Enam, 44; Kaf,50/36 Muhammed,13 Meryem,74 Kehf, 59 Mümin, 21 Hakka, 9-10, Zuhruf, 6-8) Ayet-i kerimeler; Hz. Allah'ın geçmiş kavimleri günahları sebebiyle helak ettiğini, bu kavimlerin ekonomik ve teknik imkanları iyi olmasına rağmen helak olmaktan kurtulamadıklarını bildirmektedir. Yüce Allah helak olan bu kavimlerin yerlerine yeni topluluklar yaratmıştır. Helak edilen kavimlerin başta gelen kabahatleri, onları imana, itaate ve doğruluğa davet eden Peygamberlere isyan etmeleri ve onları yalanlamalarıdır. Kur'ân-ı Kerim’e göre kavimlerin helak oluşuna bizzat o topluluklarda yaşayanların kendileri neden olmaktadır. Ayetler, Allah'ın insanlara zulmetmediğini, insanların başlarına gelen felaket ve âfetlerin kendi hataları sebebiyle geldiğini ifade etmektedir: * “Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler”(Yunus, 44) *Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri halde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar inanmış değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız (Yunus,13) *Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik (Araf, 96) * “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez.” (Ra’d, 11) *“Biz zulmetmekte olan nice memleket halkını kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka toplumlar meydana getirdik ” (Enbiya, 11) * Eğer (dini öğrenme ve korumada) topyekûn seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz seferber olmamakla O’nun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir. (Tevbe, 39) İş buna göre İnsanlar, iyi hallerini devam ettirdikleri müddetçe nimet ve huzur içerisinde bulunmaya devam ederler. Toplumların helake ve yokluğa sürüklenmeleri fitne, fesat, anarşi ve terör gibi kendi kabahatleri yüzündendir. (Kur'ân’a Göre Musibetler Açısından İnsan ve Toplum,176-177, İsmail Karagöz) Bir toplumda ahlaksızlık, haksızlık, zulüm ve kötülükler çoğalır, bu kötülükleri önlemeye çalışan da olmazsa cezalandırılır, helâk edilir. Allah bu toplumun yerine başka bir nesil var eder. Asli vazife ve gayelerini bırakıp tali işlerle uğraşan toplumlar dahi tarih sahnesinden yok olmaya mahkûm olmuşlardır. Osmanlının sonunda müderris sınıfının kahve köşelerinde nargile fokurtadırken ‘Firavun imanlı mı gitti, imansız mı gitti?” diye tartışması gibi. Yine Orta Asya’yı Rus işgalinin hemen arifesinde ulamanın “tahiyyatta şehadet parmağı kalkacak veya kalkmayacak diye büyük gürültü koparması… Günümüzde de İslam âleminin iman ve İslam birliğine rağmen rüzgârın önündeki kuru bir yaprak gibi savrularak erbabı küfrün elinde oyuncak olmaları;  hatta aynı memleketi paylaşan Müslümanların aralarındaki sadece meşrep farklılığından kaynaklanan incir çekirdeğini bile doldurmayacak kadar küçük nüanslardan dolayı birbirlerini tekfire varan cidallerle ortalığı toz-dumana vermeleri bekalarına değil ama her halükarda fena ve zevallerine delalet etse gerektir. İşin acı tarafı şu ki imanda tevhit İslam da vahdetten başka bir şey kabul etmeyen bir mükemmel dinin mensuplarıyız diyenlerin yegane eylem ve söylemleri sadece ayrıştırmak ve tefrika. Müslüman’a karşı kibrinden ve inadından milim taviz vermeyenler, müşriklere ve küffara karşı kendi haysiyetlerini çiğnedikleri gibi İslam’ın izzet ve şerefini dahi payi-mal ediyorlar. Bu, zevalin habercisi olan tükenmişlik olmalı! Başka hiçbir şey değil! Yazık ki çok ama çok Yazık!