Avrupalıların Karanlık Yüzü: Sömürgecilik, Irkçılık ve Islamophobia “Avrupa ağzından insan sözcüğünü düşürmemiş; fakat bir yandan da  rastladığı her yerde; kendi sokaklarının her köşesinde, dünyanın her yerinde insanı katletmiştir.” -P. Sartre Kalben, beynen ırkçı isen, ahlaklı olamazsın. Çünkü amacın ahlakın kurallara uymak değil ise, karșılaștığın olay ve durumlar karşısında yaratıcı bir çözüme bağlı bir tavır geliştiremezsin. Irkçılık maalesef ciddi bir tehlike...Kapitalizmin yarattığı bir tablo göç. İnsanlar ülkelerini; açlıktan, yoksulluktan, savaşlardan, baskı ve zulümden dolayı terk edip Avrupa yada başka yerlere yerleşiyorlar... Ama gittikleri ülkelerde de hoş değil hor karşılanıyorlar.İç politikada kullanılıyorlar, seçim malzemesi yapılıyorlar.  Maalesef ırkçılık, dünya siyasetinin bir parçası.  Sanki her şeyin nedeni yabancılarmış, göçmenlermiş gibi, onları günah keçisi olarak görüyorlar. Oysa göçmenlik bir sonuçtur. Kimse bunun nedeni, kaynağını düşünmüyor… İnsanoğlu suç işlemeden mutlu olmayı, ayıp etmeksizin neşelenmeyi beceremezse, nasıl birlikte yaşar?  Burun kıvırma. Ötekini hiçbir bakımdan beğenmeme. Doktorun, kolu, bacağı gövdeye dekleștirip dikmesi gibi. Başkasının gıyabında kötü söz söylemeyi kazanç sayarsan, (ırkçı olarak doğmazsınız, sonradan öğretirler) tezine zemin hazırlarsın… Tedavisi zor bir hastalık ırkçılık…. Tedavisi zor veya imkansız hastalıklara yakalananlara büyük bir üzüntü yaşayıp yaşamadıkları sorulur ilkin. Yaşıyorlar mı, bilmiyorum….. Avrupa refah seviyesinin yüksek olmasından dolayı bir cazibe merkeziydi. Ancak eski cazibesi kalmadığı gibi her an yabancılar açısından tehlikeli olmaya başlayan bir yer oldu... Yabancı düşmanlığı yükselişe geçti... Coğrafi keşiflerin başlangıcı olan 15. yüzyıl bilhassa Avrupalıların sistemli bir şekilde sömürgecilik çabalarının da ilk adımları olarak kabul edilmektedir. Bu yüzyılın sonlarında ve 16. yüzyılda dünyanın daha önce bilinmeyen yerlerini keşfeden Avrupalılar zamanla güçlü donanmalarını, disiplinli ordularını ve etkili silahlarını içeren gelişmiş askeri teknolojileri sayesinde keşfettikleri yerleri kendi ekonomik, askeri ve siyasi çıkarları doğrultusunda sömürmeye başladılar. Sömürgecilik faaliyetleri diğer yönlerine nazaran ekonomik yönü ağır basan bir faaliyet olup ilk olarak yukarıda belirtilen zaman dilimi içerisinde Portekizler ve İspanyollar tarafından başlatıldı. Daha sonra ise bu faaliyetlere Hollanda'nın sömürgecilik rekabetine katılması eklendi. Sömürgeciliğin altın ya da daha doğru bir ifade ile karanlık çağı olarak ifade edebileceğimiz dönem ise İngiltere ve Fransa gibi devletlerin sömürgecilik faaliyetleri içerisinde yer almaya başladıkları dönemdir. Zira özellikle Sanayi Devrimi'nin ardından artan ham madde, iş gücü ve dolaylı olarak da pazar ihtiyacı dünya devletlerini amansız bir sömürge yarışının içerisine sokmuş, İngiltere üzerinde güneş batmayan ülke unvanını alarak bu yarışta ulaşılabilecek belki de en üst noktaya ulaşmıştı. Sömürge sahibi olmanın büyük devlet olmanın bir ön koşulu olarak algılanması, zamanla Almanya, İtalya ve Belçika gibi devletlerin de sömürge elde etme rekabetine katılmasına neden oldu. Başlangıçta Amerika kıtasının sömürülmesi ile başlayan sömürge faaliyetleri zamanla Uzak Doğu ve Afrika'ya kadar uzandı. Temel anlamı ile sömürülen ülkelerdeki kaynakların ve potansiyel iş gücünün sömüren ülkelere aktarımı olarak ifade edilebilecek sömürgecilik 19. yüzyılda zirveye ulaştı. Sömürgeci ahlak anlayışı için Avrupa coğrafyasına ait olmasa bile toprağın altından çıkan her şey Batı'nın olmalıydı. I. Dünya Savaşı'na giden sürecin ana nedenlerinden birinin sömürgelerin paylaşılması kavgası olduğu günümüzde konuyla ilgilenen hemen herkesin hemfikir olduğu noktalardan bir tanesidir. Paragrafın başında da belirtildiği gibi sömürülen ülkelerin kaynakları ve potansiyel iş gücü doğrultusunda yapılan bu gibi faaliyetler, bu faaliyetlere maruz kalan söz konusu ülkelerde telafisi mümkün olmayan acı tecrübeler yarattı ve kökü geçmişte olup kolları günümüze kadar uzanan sorunların çekirdeğini oluşturdu. Afrika'nın sömürüsünü şimdi gerçekleştiren siyah adamlar gibi. İlk sömürge yıllarında Afrika'yı beyaz adamların beyaz tenli valileri yönetiyordu. Ancak zamanla, sömürdükleri ülkelerin çocuklarını devşirip okuttular. Onları, kendi ülkelerine bağlı iyi birer vatandaş olarak yetiştirdiler. Sonra da, getirildikleri ülkelere sömürge valisi olarak geri gönderdiler. Halkın kendilerinden gördükleri bu siyah adamlar aslında beyaz adamlardı. Islamophobia (islamophobe) kelimesi anlam olarak "İslam korkusu" demektir. Terim olarak İslam'dan ve Müslümanlardan korkma, çekinme iç güdüsünü ifade eder. Kelime ilk kez 1991 yılında kullanılmış olup 11 Eylül saldırılarıyla gündeme getirilmiştir. Tarihi kökleri İspanya'da Endülüs'ün İslam tarafından fethedilmesine kadar iner. Haçlı seferlerine asker devşirmek isteyen kilise mensuplarının yaptığı propagandalar ile fikir zemini Hristiyanlığa karşı tehditler ve tehlikeler üzerinde oluşturulmuş olan "islamofobi", İslam ile Hristiyanlar arasındaki ilişkilerin, tanışıklığın yaygınlık kazanması ile yüzyıllar içerisinde azalmış iken yaklaşık son 10 yıldır yeniden popülarite kazanmıştır. İslam dini, huzuru, hoşgörüyü, saygıyı ve sevgiyi öngörür. İslamiyet'in özünde bu güzellikleri barındırması iyiliklerin, saygının ve insan olmanın kapısını sonuna kadar açmıştır. İslamiyet, sevgi, güler yüz, tatlı söz, dürüstlük ve iyilik dinidir.