Çarşı, Pazar,  sebze fiyatlarının pahalılığını konuşuyor. Medyada konuyla ilgili sürekli haberler çıkıyor. Tarım daha önce hiç olmadığı kadar ülkenin gündeminde. Tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olma durumundan, dünyanın birçok yerinden tarım ürünü ithal edilmesi noktasına gelinişinin daha geniş bir alanda tartışılıyor olması sevindirici. Sizce tarıma, geçmişte ve bugün yeterli önem verildiğini düşünüyor musunuz? Ben bir dönem hariç, tarıma hiçbir zaman gerekli önemin verilmediğini düşünüyorum. O dönemin de cumhuriyet kuruluşundan, 1950 yılına kadar sürdüğü görüşündeyim. Bu durumu  kimileri, sanayisi olmayan, savaştan yeni çıkmış bir ülke için tarıma önem vermekten başka seçenek  olmayışıyla  açıklar. Bu görüş Genelde doğrudur, ayrıntılarda eksik. Ulusal kurtuluş savaşını veren Mustafa Kemal ve arkadaşları bağımsız bir ülke olmanın yolunun ekonomik bağımsızlıktan geçtiğini, ülke ekonomisinin tarım dayanması gerçeğini dikkate alarak tarıma büyük önem verdiler. Türkiye cumhuriyeti yalnız tarımdan elde ettiği gelirle Osmanlı imparatorluğundan kalan borçları yıllara yayarak kuruşu kuruşuna ödedi. Tarım; sadece borç ödemekle kalmadı, Cumhuriyet döneminin en önemli Sümerbank Kayseri ve Nazilli fabrikaları, Arpaçay ve Oymapınar Barajları Orhaneli termik santrali, İskenderun Demir Çelik, Seydişehir alüminyum fabrikalarının kuruluşlarından kaynaklanan borçları, Türk çiftçisinin yetiştirdiği Domates, Salatalık, Narenciye gibi ürünlerin ihracı karşılığında gelen paralarla ödendi. Tarım, 1950’lerden itibaren üretimde modern araç ve ekipmanların daha fazla yer alması nedeniyle topraksız ve az topraklı üreticiler kırsalda geçinemez duruma geldikleri için şehirlere taşınıp, yeni gelişmeye başlayan sanayiye iş gücü oldular. ABD ile varılan Marshall anlaşması 1946’da imzalansa da, asıl etkisini 1950’li yıllardan sonra göstermeye başladı.  Bu anlaşmanın Türkiye tarımına ve yeni gelişmekte olan sanayisine sıkıntıları daha sonra,  çok daha fazla hissedilecek olumsuz etkileri oldu. Marshall programıyla ABD’den bir tarım, hayvancılık ülkesi olan Türkiye’ye, Süt tozu, Buğday, margarin hibe ederek” üretmeyin biz verelim.” denildi. Sanayide ise çoğunluğu ikinci dünya savaşından kalmış, eski kullanılmayan Traktör ve askeri araç- gereç, tank vb malzemeler alındı. Mülkiyetinin verilmemesi ve yedek parça alım zorunluluğu koşulları nedeniyle sanayi de olumsuz etkilendi. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonra Özel sektöre ait bir uçak fabrikası (Nuri Demirağ’a ait fabrikanın uçakları uçuyordu) ve devlete ait uçak fabrikası kapandı. Türkiye İkinci dünya savaşına girmeyerek biriktirdiği altın ve döviz rezervini, tarımı destekleyerek gelişmesine ve sanayinin kurulmasına harcaması gerekirken, sıkça bozulan eski ülkesinde kullanılmayan traktör, tank, araçların yedek parça alımına harcamıştı. Tarım, mevcut ve geçmiş hükümetler döneminde  ülke ekonomisinin kurucu ana sermayesi olma değerliliğine bir türlü ulaşamadı.  Süleyman Demirel bile, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde “Gerekirse Çankaya Köşkü’nün bahçesini araba fabrikasına verim” diyebilecek kadar coşmuş, ancak aynı Demirel iktidardayken İMF direktifleri doğrultusunda Tarıma verilen destekleri kısmaktan da geri kalmamıştı. Şimdi başa dönelim. Domates, patlıcan, patates, soğan vb sebze fiyatları aşırı yükselince hükümet nerede yanlış yaptık sorusunun cevabını aramaya başladı. Önce aracılara, sonra stok yaptığını iddia hal esnafına, en  sonunda da süper marketlere yüklenip işi tanzim satışlarla çözme noktasına geldi. Olur mu? Geçici sorununu temeline inmeden çözüme ulaşmak mümkün mü? Osmanlının son yıllarından bir örnek vereceğim. Batı Anadolu 1912 yılı. İncirden çok büyük paralar kazanan mösyö masir ve ortakları İzmirli tüccarları bir araya getirerek halk arasında “İncir Tröstü” (sendikası) adıyla anılan bir şirket kurarlar. Tröst’ün çalışmaya başlamasıyla incir fiyatları daha da düşer. Bu duruma çare bulmak İncir üreticileri önce Germencik’te toplanarak, Aydın’da müstahsiller kongresini toplama kararı alırlar. Aydındaki toplantıdan, Osmanlı Anonim Aydın İncir ve Himayeye-i Zürra Şirketi kurulur. Ancak bu şirket incir tröstüyle etkili bir mücadele yapamaz. Bir yıl sonra 1913’te Kazım Nuri (çörüş) Nazmi (Topçıoğlu) Ahmet (Sarı) İzzet. Necip, Ali Haydar, Abdullah, Ali Rıza ve Hacı Halil tarafından Kooperatif Aydın İncir Müstahsilleri Anonim Şirketi’ni kurarlar. Bu şirket, günümüzdeki TARİŞ’in, Aydın topraklarında ilk tohumunun yeşermesidir. Hükümet  sebze fiyatlarının aşırı artması sorununun kaynağında, çitçinin güçsüz, korumasız  yeterli desteği alamadığı gerçeğinin olduğunu artık kabul etmelidir. Bu kabul edişle birlikte 2006’da Tarım kanunu çıkarıp (Kanunun çıkması olumlu ve önemlidir) Tarımsal desteklemelere ayrılan pay GSMH’nın yüzde birinden  daha az olamaz demesi yetmiyor. Kanun çıktığında bu yana tarımsal desteklemelerin  hiçbir zaman yüzde biri bulmaması çiftçileri güçsüz bırakmış, Türkiye’de son 10 yılda çiftçi sayısı yüzde 38 azalmıştır. Hükümet soruna gerçekten çözüm arıyorsa yüzünü, yüzyıl önce Aydın’lıların baktığı yöne çevirmelidir. Orada göreceği kooperatifçiliktir.  Çözümü üreticinin kooperatifleşmesinden ve kooperatiflerinde hükümet tarafından tam olarak mutlaka desteğinden geçtiğini bilmeyen kaldı mı?