Hayat her gün bir şeyler alıp götürüyor her birimizden. En büyük sevinçlerimizi yaşarken bile ömrümüzden yiyoruz farkında olmadan. Bunu durdurabilecek bir kudrete sahip değiliz. Ancak gücümüz yettiği kadar hakimiyiz hayatımızın. Ama öyle ya da böyle bu dünya yaşamının içinden geçip gideceğiz. Geriye bıraktıklarımız ise bir müddet daha yaşayacak. Ama her şey gibi onlarında bir sonu olacak ve sanki bu dünyada hiç yaşamamış gibi bize ait ne varsa yok olup gidecek. Yaşarken ve yaşamımızdan sonraki o kısa dönemde bırakacağımız izler bizim kim olduğumuzun tarifi olacak. Gerisi laf-ı güzaf. Hayır ya da şer ne işlediysek onlarla baş başa kalacağımız bir süreç bekliyor bizi. Bugün hala nefes alıyor olmanın rahatlığıyla; “Bana ne ben öldükten sonra arkamdan ne derlerse desinler.” diyebiliriz. Ya da bununla dertlenir ve arkamızdan hayır dua ile anılacak bir yaşam sürmenin gayretinde olabiliriz. Ne olursa olsun bu süreç zor ve yorucu bir süreç. Çünkü bundan zorunu henüz görmedik. Ama göreceğiz… Kimse duymadan yaptığımız hatalar, boynumuza asılı bir tasma olarak karşımıza çıkacak. Belki bu dünyada belki de ahirette. Eninde ya da sonunda bunlarla yüzleşeceğiz. Bu yüzleşmeye hazır olan, buna cesareti olanlar bile çok rahat değil. İnsan aklı unutmaya programlanmış. Unuttuklarımız yaşayabilmemizi sağlıyor aslında. Eğer hiç bir şeyi unutmuyor olsak hayat bize zehir olurdu. Acılarımız ve sevinçlerimizin çarpıştığı bir düşünce denizinde boğulmamak için cebelleşip dururduk. Bu boğuşmayla birlikte yarınlarımızı da kaybedip, hayatın içinden mazinin ağırlığıyla göçer giderdik. Bu sebeple unutmak güzeldir. Sizi hayata tutundurur. Ne demişti rahmetli İbrahim Erkal “Unutma, unutulanlar unutanları asla unutmazlar.”