Hayat yapboz gibi dünyadan ayrı, diğer insanlardan farklı ve/veya herhangi bir grubun veya topluluğun parçası olmama hikâyesi. Kişi hayat içinde inişli çıkışlı kendisinde nedenini açıklayamadığı bir farklılık hisseder bir gün. Bir şekilde diğer insanların kendisini dışladığına veya dışlayacağına inanır. Kibar ve nahif insanların ezik, pısırık, duygularını tanıyan, ağlayabilen insanların zayıf, yalnız başına vakit geçirmeyi seven insanların asosyal, başkalarına çıkarsızca yardım edenlerin saf olarak etiketlendiği bir zaman diliminde yaşıyoruz ne yazık. Bir parmak bal çalınmasını bekliyoruz ağzımıza... ve işte o zaman dünya renk cümbüşüne döner. Sanırsın ki herkes neşe içerisindedir. Ne yediğin yemek dokunur, ne söylenen bir söz, ne derdin olur, ne de tasan. Yürüdüğün yol dünyanın en güzel yoludur, baktığın yer aydınlık, hava hep ılıktır. Sen mutlusun ya gerisi teferruattır. Soğuk işlemez, sıcak yakmaz, deniz köpürmez, güneş bulutun arkasına girmez, sağlıklı yaşam tüyoları masal gibi gelir, çünkü ihtiyacın yoktur, ilgi alanına girmez. Canlı kanlıdır her şey. Renk vardır, görüntü nettir.
"Her çıkışın bir inişi vardır." "Her inişin bir çıkışı vardır." hayatın temel kuralıdır. İnişler sayesinde çıkışların bir anlamı olabilir ancak. Mutluluğu, korkuları, cesur olmayı, çaresizlikleri, utangaçlıkları, kirli ve en temiz duyguları deneyimlemeli insan... Ben en azından öyle olduğunu düşünmüyorum. Hayatta yaşadığımız her durumda iniş ve çıkışın bir arada bulunduğuna inanıyorum. Tanıştığımız insanlar hakkında melek ve şeytan kalıbını kullanma eğilimi taşıyoruz, dünyamızı iyi ve kötü insanlar olarak basitleştirmek istiyoruz. Evet özellikle bu harika: yeni fikirler. Hala bakmadığım pek çok açı olduğunu bilmek iç rahatlatıcı. Her şeyi bilmiş, olmuş, pişmiş edaları ile yaşamak çok ağır ve öldürücü. Oysaki ben yamuk yumuk bir inşa halindeyim diye bakıyorum kendime. Bazen tüm yapımı yıkmam dahi gerekiyor. Diyorum ki "yanlış yapmışım". İşte böyle yapboz devam etmekte olan hayatın içinde en iyi hissettiğim anlar en cesur hissettiğim anlar. O cesaret anlarında alıyorum beni en memnun eden kararları. Genelde o arzu şaşmaz bir biçimde beni memnun ediyor. O cesaret varsa işin içinde girdiğin mücadelede yenilme olasılığın zayıflıyor. Hayatı bir yol olarak düşünüp, onu kendi içinde yollara ayırdığımızda bu önerme doğru olabilir belki. iş hayatı yolu, özel hayat yolu vs. bunlarda ayrı ayrı iniş ve çıkış olabilir. Genel olarak iniyoruz. Çıktığımız günleri de görürüz inşallah.
Daima yenilenen, gelişen ve farklılaşan günümüz dünyasında insanların kendilerini var edebilmeleri ve sürekli bir devinim içinde olan bu dünyaya katkı sağlayabilmeleri için değişim karşısında duyarlılığı farkındalığı ve sorumluluk hissini sağlayabilecek bir cesaret gerekmektedir. Özgün fikirleri ifade etmek, kendini dinleyebilmektir. Gün içinde kendi durumunuzu yansıtan kelimelerden kurulu şarkıları farkında olmadan söylemeye başlarsınız. Beyin aynı durumla defalarca karşılaşınca düşünmemeyi seçer.. Bu aynılığın üzerine düşünmemek ve bir ölü gibi (yardımcı pilota bağlı da denebilir) yaşamak olası bir depresyonu yahut cinneti erteler.
İnsan dünyaya çocuk olmak için gelir. Yani çocukluğu tatmak için. Gerisi onu aramakla geçer. Tekrar o tadı yakalamak için. Hep böyledir. Tadarsın, sonrası onu yeniden bulma meşgalesidir. Ben de sık sık bir alıntıyı dilimde bulurum: yeni şeyler söylemek lazım gelir. Ölü vakitlerinizin içinde, yaşamakta olduğunuzu hissettiren şeyler genelde "yeni" şeylerdir. Yeni insanlar, yeni kitaplar, yeni şehirler, yeni yemekler, yeni fikirler… Bazı insanlar neden bencil ve kötü karakterlidir, başkalarına acı çektirmekten hoşlanır? Beyin defalarca yapılmış şey üzerine düşünmemeyi, direkt hafızaya bağlanmayı seçiyor. Haliyle her gün aynı şeyi yaşamak bir nevi ölmek demek. Kağıtla kalın, kalemle kalın, insanlığınızla kalın