Dünyada iklim değişmektedir ve küresel ısınma çağımızın en önemli problemlerinden biri haline gelmiş olup, bütün canlı ve cansız varlıkları tehdit etmektedir. İklim değişikliği olumsuz etkilerini çölleşme, kuraklık, arazi bozulması, şiddetli fırtınalar ve seller gibi ülkelerin gelişmesini etkileyen, ulusal güvenliklerini ve varlıklarını tehdit eden ve sınır tanımayan sorunlar ortaya çıkartarak göstermektedir. Yüzyılımızda yaşanan iklim değişikliği insan kaynaklı iklim değişikliği olarak da anılmaktadır, çünkü iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonları insan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Kentlerde artan oranda gerçekleşen materyal ve enerji tüketimi, kent nüfuslarının artışı, yetersiz ve sürdürülebilir nitelikte olmayan atık yönetim sistemleri ile birleşince, çevre ve yaşam alanları için istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasına neden olmakta, iklim değişikliği probleminin daha da kötüleşmesine yol açmaktadır. Dünya nüfusunun yüzde 60ʼı kentlerde yaşamaktadır. Küresel düzeyde büyük kentlerin cazibe merkezi haline geldiği, ekonomik büyümeye kaynaklık ederek istihdam sağlama ve yeniliklerin sunulması amaçlarına hizmet ettikleri bir ortamda, büyük kentler aynı zamanda küresel ticaretin ve ulaşım ağlarının odak noktaları olarak şimdiki gelişme hızlarıyla fırsat ve riskleri içlerinde barındırmaktadırlar. Kentler ve kentsel bölgeler bugün dünyanın yüzey alanının yüzde 2ʼsini kaplasalar da, kaynakların yaklaşık yüzde 75ʼini tüketip, atıkların hemen hemen tümünü üretmektedirler.
Kentler sergiledikleri ekonomik performansa paralel olarak, dünyada üretilen enerjinin yaklaşık yüzde 75ʼini tüketirken, iklim değişikliğine yol açan küresel seragazı salımlarının da yüzde 70ʼinden sorumludurlar. Küresel ısınmaya yol açan sera gazları özellikle de CO2, büyük ölçüde kentlerde ve çevresinde faaliyet gösteren sanayiden, konutlardan, trafiğe çıkan motorlu araçlardan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle sera gazı emisyonlarının azaltılmasında en büyük görev kentlere ve kent yönetimlerine düşmektedir. İklim değişikliği ile mücadele çalışmalarını kentler üzerine yoğunlaştırmak günümüz şartlarında elzem hale gelmiştir. O nedenle Türkiye şartları da dikkate alınarak iklim değişikliğinin etkilerine uyumlu, sürdürülebilir nitelikte, enerji verimliliğinin sağlandığı, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı dayanıklı kentleşmenin tasarlanması-planlanması-yapılması gerekir.
Sürdürülebilirlik, enerji etkinlik ve iklim değişikliğine dayanıklılık açısından dünyada OECD Kompakt kent ve AB Ekokent yaklaşımları öne çıkmıştır. OECD Kompakt kent yaklaşımı kültürel değerleri arka planda tutarak baskın bir ekonomik perspektif taşımakta, AB Ekokent yaklaşımı ise gelişmekte olan bir ülkenin ekonomik kaygılarını ön planda tutmayacak derecede ekolojik duyarlıklı ve teknoloji baskın özellik taşımaktadır. Mevcut piyasa koşulları içinde Türkiye’nin koşulları da göz önüne alınarak iklim değişikliğine dayanıklı, enerji etkin ve sürdürülebilir nitelikte Türkiye’nin tüm kentlerinde ortak uygulanan bir kent modeli ortaya konulmalıdır. Araştırma sonuçları aşırı ısınmaya ve hava kirliliğine eğilimli kentlerde yaşam standartlarının yükseltilmesi, klimatik faktörlerin kentsel planlama ve tasarıma aplike edilmesinde eko-kompakt kent yaklaşımı tercih edilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Azaltılmış veya sıfıra indirilmiş CO2 emisyonu hedefine ulaşmak doğrultusunda kentler kendine yeterli enerjiyi üretici hale getirilmeli ve yerel yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmalıdırlar. Sürdürülebilir nitelikli kentlerde atık kavramının ortadan kaldırılması için, önemli geri dönüşüm, yeniden kullanma ve yeniden piyasaya sürme ve kompost uygulamaları gerçekleştirilmelidir.
Yüksek su kalitesine sahip, bütünleşik kentsel su yönetimini sağlayan, enerji etkin peyzaj, bahçe ve yeşil alan düzenlemelerini kentsel ısı adası efektini azaltmak doğrultusunda gerçekleştiren, doğal kaynakları ihtiyacı kadar tüketen ve kent ekolojisi prensiplerini uygulayan kentler, sürdürülebilir nitelikli ve yaşanabilirliği yüksek kentler olarak ele alınmaktadır. Bu kapsamda yerel gıda zincirinin, yerel bahçe ve kentsel tarım uygulamaları ile sağlandığı, böylelikle gıda güvenliliğinin ve gıda taşımacılığı mesafesinin azaltıldığı bir kente doğru dönüşüm sağlanmalıdır.
Kentlerin enerji etkinliğinin sağlanması ve sera gazı emisyon miktarlarının azaltılmasında; kentsel donatılara kolay erişim sağlayan ve çevreye en az zararı olan toplu taşım sistemlerinin yer aldığı, yayaları ve bisiklet kullanımını destekleyen plan ve tasarımların geliştirilmesi gereklidir.
Yerel malzemelerin kullanıldığı yapım sistemleri yanında, kültürel mirasın kentsel alanlarda, bulundukları yerde korunmasının ve bunların kentsel karma kullanımlarla bütünleştirilmesi esas olmalıdır. Kentsel tasarım aşamasında yeşil tasarım stratejilerinin ve yenilenebilir enerji teknolojilerinin etkin bir biçimde kullanılması sürdürülebilir enerjiyi etkin kullanan ve ikim değişikliğine dayanıklı kente ulaşma hedefine büyük katkı sağlayacaktır. Sürdürülebilir nitelikli kentlere ulaşmanın yolu doğal kaynakların sonsuz olduğunu var sayan ve yenilenebilir enerji kaynaklarını göz ardı eden tutumumuzu değiştirmekten geçmektedir.
Bütün bunların sağlanması için iklimle ilgili olarak planlama mevzuatındaki eksiklikler giderilmelidir. Hava kalitesi alanında, otomobil ve sanayi kökenli emisyonları, kentteki yaşam koşullarını geliştirecek tarzda düzenleyen ulusal mevzuatın geliştirilmesi önemlidir. İklim değişikliğine dayanıklı bir kentsel tasarım projesinin sağlıkla, güvenlikle, enerji harcamalarıyla ve estetikle ilgili mikroklimatik faktörler üzerine doğru bir biçimde temellendirilip temellendirilmediği değerlendirilmelidir. Sürdürülebilir, enerjinin verimli kullanıldığı ve iklim değişikliğine dayanıklı kentlere ulaşmanın yolu geleneksel planlama anlayışımızdan öte, çok farklı meslek disiplinlerinin birlikte çalıştığı, işbirliği yaptığı bir yaklaşımla, kent yönetiminde katılımcı bir yaklaşımın benimsendiği, kentli haklarına saygılı ve iklim değişikliğine neden olan tüketim ve yaşam pratiklerimizde değişime gidilen bir yaklaşım ile mümkündür.
Kentlerde akıllı altyapı teknolojilerinin ve enerji verimliliği projelerinin geliştirilmesi, enerji depolama ve mevcut şebekeye yenilenebilir enerji kaynaklarının bütünleştirilmesinde kullanılacak donanım ve yazılımlardaki gelişmeler, bunların maliyet etkin hale getirilebilmiş olması, yeşil istihdam sağlanması ve düşük karbonlu kalkınma açısından oldukça önemlidir.
Ancak bu sayede iklim değişikliği tehdidini kentlerimiz açısından bir fırsata dönüştürmek ve düşük karbonlu büyümeyi sağlarken kentlerimizin yalnızca ekonomik açıdan değil sosyal ve çevresel açıdan da gelişmesini desteklemek mümkün olabilecektir. Kentlerde yatırımların gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan finansal destek, kapasite geliştirme ve teknoloji geliştirme desteği kent yönetimlerine sağlanmalıdır. Yeşil büyümeye ve sürdürülebilirliğe dönük eylemler metropoliten alanlara değer katacaktır. İklim değişikliğine ilişkin çalışmaların başarısı kentlerde iklim değişikliğine uyum ve sera gazı azaltımı çalışmalarının başarısıyla doğru orantılı olacaktır.
Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir. Ekonomik gelişmeye ve nüfus artışına koşut olarak kentlerimizde gelişmenin olması kaçınılmazdır. Gelinen noktada Türkiye’de gerçekleştirilen düşük karbon ekonomisine geçiş faaliyetleri, temiz üretim teknolojilerinin kullanması ve inovasyon ile temiz enerji ve düşük karbon çözümlerine dönük gerek kentler ve gerek ülke ölçeğinde gerçekleştirilecek yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik eden proje ve uygulamalarla devam etmelidir. İklim unsurunun plana entegrasyonu için yerel düzeyde plancılara, planlarını ve plan revizyonlarını, kent tasarımlarını bu yönde gözden geçirirken yardım etmek üzere yerel koşulları da dikkate alan bir rehber ya da performans standardı oluşturulması gereklidir. Daha sürdürülebilir kentlere ulaşmak için şehir plancıları tarafından sürdürülebilir kentleşme ilkeleri sistemli bir şekilde ele alınmalı ve adapte edilmelidir. Bu ilkeler planlama ölçeğine göre ve kapsamına göre, planlanılacak alanın sorun ve olanaklarına göre uyarlanmalıdır. Her kentin kendine özgü yaklaşıma ihtiyacı vardır ve bu genel prensipler o yerin iklim koşulları, arazi özellikleri, teknolojiye erişim kapasitesi, sosyal/toplumsal özellikleri, proje ölçeği, paydaş kitlesinin/kentlinin talepleri, paydaş sivil toplum kuruluşlarının ve devlet kuruluşlarının görüşleri dikkate alınarak planlanmalıdır. İklim değişikliğine dayanıklı kentler oluşturulurken tasarım bileşenlerine, kentlerde yer alan tüm kullanım tiplerine bütünleşik bakılmalı asla tek tek değerlendirilmemelidir. Türkiye'de yürütülmekte olan kentsel dönüşüm faaliyetlerinde bu hususların göz önünde bulundurulması iklim değişikliğine dayanıklı, enerji etkin ve sürdürülebilir kentsel mekânların elde edilmesi doğrultusunda geleceğe yönelik ciddi avantajlar sağlayacaktır.
Bu noktada unutulmaması gereken husus, iklim değişikliğine dayanıklı kentlerin planlaması ve tasarımı süreçlerinin uzun soluklu ve günün bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal ve çevresel gelişmelerine uygun güncellemeler gerektiren bir süreçler olduğudur. Kentler medeniyetin, yeniliklerin ve büyümenin kaynağıdır. Dolayısıyla kente yapılan her türlü yatırım geleceğe yapılan bir yatırımdır.
2050'ye gelindiğinde kentlerde yaşayan nüfus yaklaşık iki katına çıkacak ve bu durum konut sağlama, altyapı, temel hizmetler ve istihdam başta olmak üzere çeşitli boyutlarda ciddi sürdürülebilirlik sorunlarını ortaya çıkartacaktır.
Kentlerin ve insan yerleşimlerinin planlanması, geliştirilmesi, yönetim ve idaresi konusunda radikal bir paradigma değişimine ihtiyaç vardır.
Bugün alacağımız kararlar, ortak kentsel geleceğimizi şekillendirecektir.