Merhaba değerli dostlar,
Bu yazımda sizlerle önce temel hassasiyetim Türkçemizi konuşacağız. Sonrada askerliğimi yaptığım 1995 yılına uzanıp, Polatlı’da zihnime kazınan bir sözü irdeleyeceğiz inşallah.
Kuşaklar arası kopuşun temel sebeplerinden biri olarak değerlendirdiğimden, Türkçeleşmiş kelimelerin yerine Türkçe kelime arayışına girip, dedelerimin dedelerinin konuşup yazarken kullandıkları kelimeler dahi olsalar, dilimizden kelime atılmasına hep karşı çıktım.
Ben yeni Türkçe kelimeler türetilmesine karşı değilim. Misal yerine mesela, mesela yerine örneğin deyip önce misali, ardından meselâyı dilimizden atmaya karşıyım. Antik çağlardaki yani, milattan önceki bir olaydan bahsedeceğimizde “misal”, milattan sonrakileri anlatırken “meselâ”, güncel olayları konuşurken “örneğin” deseydik ne kaybederdik?
Eni boyu çok kapsamlı bir düşünceyi ifade etmek için bir zamanlar “teferruat”, sonraları “detay”, şimdilerde “derin” kelimesini kullanırken de aynı hatayı yaptık.
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”
beytini duymayan var mı? Herhalde yoktur. Ziya Paşa’nın 1870 yılında yazdığı ünlü “Terkib-Bend” adlı eserinde yer alan bu beytteki “nush” kelimesi, 1980’li yılların gençleri olan bizlerin dilinde “nasihat” idi. 2000’li yılların gençleri artık “öğüt” diyor.
“Nush” kelimesine ne mi oldu? Tarihin tozlu kitaplarında kaldı. Nasihat” unutulmak üzere. “Tekdir etmek” kelimesini kahır ekseriyetimiz (“Pek çoğumuz” demek!) ilk defa duyduk değil mi? Ya “kötek” kelimesini? “Kötek” kelimesini bıraktıktan sonra bir süre kullandığımız “dövmek” veya “dayak”, takiben güncel kullanımdaki “şiddet”. N’olur bir kerecik düşünün! Yeryüzünde egemen veya egemenliğini ne pahasına olursa olsun sürdürmeye kararlı hangi millet diliyle bu denli fazla oynanmasına müsaade ediyor (izin veriyor)?
Yukarıdaki beytin hemen güncel Türkçesini yazıyorum. “Güncel Türkçe” kavramını kullandım. Çünkü Türk Dil Kurumunun resmi web sayfasında “Güncel Türkçe Sözlük” diye bir sözlük var. Ve bu durum hiç yadırganmıyor. Hayret!
Sözün kısası; 1825-1880 arasında yaşamış olan Ziya Paşa’nın 1870 yılında kaleme aldığı ünlü Terkib-Bend adlı eserindeki bu beytin TDK sözlüklerinden “Güncel Türkçe Sözlük”te belirtilen kelimelerle, yani Günümüz Türkçesiyle anlamı
“Öğüt ile davranışlarını düzeltmeyeni azarlamalı; azardan anlamayanın hakkı dayaktır.”
Bu makalemin başlığı olan “Beyninle döveceksin!” uyarısının sizde neler çağrıştırdığını bilmem mümkün değil. Hatta tahmin bile edemiyorum. Tamamı “Askeri tekme-tokat değil, beyninle döveceksin.” olan bu söz, 1995 yılının son aylarında, askerliğimin ilk 4 ayını geçirdiğim Polatlı Topçu ve Füze Yedek Subay Okulunda aldığımız eğitimdeki hocalarımızdan, Kıbrıs Barış Harekatının ilkinde görev almış, albay rütbeli bir komutanımızdan hemen her dersinde mutlaka duyduğumuz bir sözdü.
Ne demek beyninle dövmek?
Ona öyle bir ceza ver ki, öncesi-sırası-sonrasıyla sadece beyninle belirle ve ver bu cezayı; elinle, ayağınla vurarak değil. Kafa atarak hiç değil. Yani fiziken acı vermesin. Dayak attığın kişi, cezayı taa yüreğinde hatta ruhunun derinliklerinde hissetsin ve ömürlük olsun, etkisi.
Kendi hayatımdan bir örnekle açıklayayım, ne demek istediğimi, lütfen izin verin. Yıl sanıyorum 1976. Lise ikinci sınıfa gidiyorum. Akşam okuldan gelmişim. Avlu kapısını kapatıp, tam odama yöneleceğim sırada, komşumuz inşaat ustası Laz Ömer amcanın oğlu Mehmet Karakuş bana seslendi.
“Musa gel biraz sohbet edelim.”
Baktım evlerinin üstünde, ağzında sigara, derin derin içine çekip, keyifle içiyor. Onun sigara içişine heveslendim. Oturma odamıza gittim, babamın ceketinin cebindeki Samsun sigaralarından bir tane alıp, Mehmet ile birbirimizi rahat görüp, sohbet edebileceğimiz bir yerde sigarayı yaktım ve sohbete başladık. Çok geçmedi, Mehmet “Baban, baban.” diyerek babamın geldiğini söyledi ve kendisi gözden kayboldu. Babamın geldiğini öğrenince yeni yaktığım sigarayı hızla ahır tarafındaki taş döşeme üzerine fırlattım. Kapıyı açtım babam içeri girdi, eve doğru giderken, baktım attığım sigara yerde tütüyor. Hemen koştum, uç kısmına basarak onu söndürmeye çalıştım. Babam eve doğru doğru giderken döndü, bana baktı, bana
“Ne o ayağın altında ezmeye çalıştığın.” dedi. Ben içinden, “Eyvah. Çok berbat bir dayak geliyor.” Diye geçirdim. O gayet sakin bir şekilde,
“Kaldır ayağını bakayım.” dedi ve yanıma geldi. Ben ayağımı kaldırdım. Ayağıma baktı. Dumanı tüter vaziyetteki sigarayı gördü. Sigaranın yanan ucunu kopardı, biraz üfledi, sonra kendi cebinden çıkardığı sigara paketinin içine koydu. Bana döndü. evlerin üstünde, dayağın başlamasını bekliyorum. O kaşlarını çatıp,
Benim paramla içki, sigara içersen, kumar oynarsan, karıya kıza gidersen haram olsun, haram olsun, haram olsun. Sana başka hiçbir şey demiyorum oğlum.” Dedi, döndü odaya geçti. Ben hala bekliyorum odadan beni çağıracak güzel bir dayak yiyeceğim diye. Odadan seslendi.
Evde yiyecek bir şey var mı?”
“Baba mutfağa bakayım.”
“Çok acıktım oğlum. N e varsa getir.”
“Domates, peynir, yoğurt, soğan ve ekmek var.”
“Tamam getir onlardan.”
Bir tepsinin üstüne koydum ve getirdim. Yedi ve
“Sağol oğlum. Al götür şimdi. Annen bulaşıkları yıkar. Ben nöbetten çıktım. Yorgunum. Yatacağım.” dedi ve odaya gitti.
Ben hayretler içindeyim. Dayak yesem bundan daha kötü olmazdı. Şöyle bir düşündüm. Babam çok zor şartlarda kazandığı parayla sigara alıyor, ben onun sigarasını çalıyorum, yetmezmiş gibi daha bitmemiş sigarayı söndürüp heba etmek istiyorum. Bunu kaç yaşında yapıyorum? 15-16 yaşlarında yapıyorum. Dayak olayının kalkmış gibi göründüğü günümüzde değil. 1976 yılında oluyor bütün bunlar. Bu olanlar normal değil. En azından kulağımın güzelce çekilmesi ve peşinden iki tokat gelmesiydi doğal olan. Ancak böyle olmamış, sadece “Haram olsun.” demişti.
Evet ben babamın parasıyla ne sigara ne de içki içtim. Kumar ve karı-kız işi zaten hayatımda hiç olmadı. İnanır mısınız, sinemaya, tiyatroya ve maça bile gitmedim babamın gönderdiği parayla. Hep bursumun ve kredimin yatmasını bekledim.
Ben bunu çocuklarım üniversiteye giderken onlara da söyledim. İnanıyorum ki, onlar da benim gibi davranmışlardır. Çünkü “Her ağacın altına kendi meyvesi düşer.”
Evet. Babam rahmetli beni bu defa öyle feci dövmüştü ki, etkisi hâlâ devam ediyor. Ben bugün dahi, babamdan kalan tarla, bağ-bahçeden gelen parayla eğlenmeye gitmem.
Evet, acemi birliğindeki komutanımız, “Askeri tekme-tokat değil, beyninle döveceksin.” demişti…
Kalın sağlıcakla.
Kısmetse yazmaya devam edeceğim.