Biz düşünen canlılarız. Bize verilmiş en büyük nimet bu. Ne olduğumuzu değilse de ne olacağımızı seçebilme yetisini bize veriyor. Ya da en azından biz öyle zannediyoruz. Herkes kendiyle başlasa kaldığında hayatına vereceği yönü belirlemek için önündeki seçenekleri değerlendirip kendine bir yol çiziyor. Çoğumuz bu seçeneklerin hakimi olarak kendimizi görüyoruz. İnsan doğasını esir alan ego, her bir hücremize kadar işlemiş ve bizi yönetir bir durumda olduğu için pek çoğumuz hayatımızın aslında bizim elimizde olmadığını fark edemiyorlar bile. Yarınımızı belirlemek için bugün yaptığımız seçimler belki de biz doğmadan önce yazılıyor bilmiyoruz. Bu karmaşık ve anlamsız kanıya nasıl vardığımı anlatayım. Bir kaç gündür Titanic batığıyla ilgili belgeseller izleyip hakkında araştırmalar yapıyorum. Hepimizin bildiği üzere 110 yıl önce batan bu gemi, insanoğlunun her zaman ilgisini çekmiş, her zaman merak konusu olmuştur. 1997b Yılında James Cameron tarafından çekilen film bir çok dalda Oscar almıştır. Bir çok insan Titanic’in o hüzünlü hikayesini tekrar derinden yaşamıştır. Oysaki Titanic’i bu kadar çekici kılan şey filmi değil elbette. Tanrı bile batıramaz denilen bir gemi, ilk seferinde çok trajedik olaylar zinciriyle batmış, 110 yıldır çözülmeyen sırlarıyla birlikte Atlas Okyanusunun 3800 metre derinlikte karanlığa gömülmüştür. 15 Nisan 1912 yılında batan gemi 1985’te Robert Ballard tarafından batığı bulununcaya kadar batışıyla ilgili bir çok yanılgıyla anılmıştır. Hatta Titanic batarken az sayıdaki filikalarda yer bulup kurtulan bazı kişiler geminin batarken ikiye bölündüğünü gördüklerini söylesede kabul görmemiş geminin tek parça battığına inanılmıştır. Batık bulunmadan önce çekilen Titanic filmlerinde geminin ortadan bölünmesi yoktur ve hep tek parça halinde battığı gösterilmiştir. 1985 yılında batık bulunduktan sonra bu trajedi hikayeyi araştırmak ve karanlıklar içindeki Titanic’i görüntülemek için onlarca kez batığa dalış yapılmış. Enkazdan geriye kalan ve her bir parça tek tek tespit edilip haritalanmış. Bir çok bilim adamı tüm hayatlarını bu geminin hikayesine adamış durumda. İşte bu durum benim kafamda şu düşünceyi uyandırdı. Yüz yıl önce yaşanan bir olay, bugün bir çok insanın hayatının şekillenmesine sebep olmuş. Titanic’i batışa sürükleyen bir çok zincirleme olaylardan herhangi biri yaşanmasa ve Titanic batmasa bu bilim adamları şimdi bambaşka bir hayat yaşıyor olacaklardı. İçinde olmadığınız bir felaket, sizin yaşamınızı şekillendiriyor. İşte bu durum bana yazımın başlığında sorduğum soruyu getirdi. Bizim hayatımızı şekillendiren olaylar ne kadar geçmişe dayanıyor? Biz ne kadar kendi hayatımızın efendileriyiz? Belki de asla cevap bulunmayacak sorularla geleceğimizi belirlemek çok tuhaf değil mi?