Dünya’nın artan nüfus, mevcut doğal kaynakların etkin kullanılamaması, değişen yaşam şekilleri ve standartları gibi pek çok etken dünyanın doğal kaynaklar bakımından taşıma kapasitesinin aşılmasına neden olmuştur.
Böyle bir ortamda yerküre, artık mevcut insan topluluklarına yetemez hale gelmiştir. Tüm bunların sonucunda, dünya gıda krizi ortaya çıkmış ve tüm ülkeleri etkisi altına almıştır.
Günümüzde ekonomik büyüme, iklim değişikliği, yüksek enerji fiyatları, küreselleşme ve hızlı kentleşme, gıda tüketimi ile üretimi ve piyasalarını etkilemektedir. Dünya gıda piyasalarında özel sektörün önemini arttırması da bu oluşuma katkıda bulunmaktadır.
Dünyada gıda krizinin çıkış nedenlerine bakılınca, temel nedenlerin arz ve talep dengesinin değişmesi ile ilgili olduğu görülmektedir. Bu dengenin talep yönünde aşırı değişmesi, arz yönünde de arzu edilen artışların sağlanamaması dünya gıda krizinin ortaya çıkış nedenlerini oluşturur.
Toplumun sağlıklı gıdaya ulaşamamasında yaşanan krizin en önemli sebepleri arasında endüstriyel kirliliğin sebep olduğu gıda kirliliği ile gıda üretim-nakliye-satış ve tüketiminde yaşanan yetersiz denetimler yer almaktadır.
Tarımsal üretimde kullanılan ilaç kalıntıların yarattığı kirlilik sağlıklı gıdaya ulaşmayı imkânsız hale getirmektedir. Yaşamımızı idame ettirmek için aldığımız gıdalar zehir haline gelirse burada sağlıklı beslenme faaliyetinden bahsetmek mümkün değildir.
Nitekim Ergene, Antalya, Büyük Menderes Havzası, Gediz Havzası gibi çevresel kirliliğin ve tarımsal ilaç kullanımının yaygın olduğu bölgelerde kanser vakaları bu bölgelerdeki kirlilik ve ilaç kullanımı ile paralel olarak artmaktadır.
Endüstriyel faaliyetlerden kaynaklanan kirlenmeler de sağlıklı gıdaya ulaşmayı engelleyen temel faktörlerdendir. Bu kirlilikler ise sonuçta sularımıza, bitkilere, hayvanlara ve insanlara ulaşmaktadır.
Toplumun sağlıklı gıdaya ulaşmasından sorumlu olan Tarım ve Orman Bakanlığının uygulamalarına bakılınca önceliğinin toplum sağlığı değil endüstrinin kar marjı olduğu görülmektedir. Toplumun sağlıklı gıdaya ulaşması amacıyla tarlada, pazarda, fabrikada, markette denetim yetkisi bulunan Tarım ve Orman Bakanlığının bir gevrekçi ile milyon dolarlık bir şirkete uyguladığı idari yaptırım miktarının aynı olduğu görülmektedir. Hal böyle olunca uygulanan idari yaptırımlar gevrekçinin evini yıkarken gıda alanında faaliyet yürüten büyük şirketler için hiçbir caydırıcılığı bulunmamaktadır.
Türkiye’de ithaline izin verilen GDO’lu ürünlerin ülke içindeki hareketi yeterince denetlenmemekte yem amacıyla ithal edilen ürünler başka alanlarda kullanılabilmektedir. İçerdiği GDO oranı yüzde 1’in altında olan ürünler GDO’lu değil sadece GDO bulaşmış ürün olarak kabul edilmekte böylece GDO’lu ürünler yaygınlaştırılmaktadır.
Toplumun yeterli gıdaya ulaşamamasında yaşanan krizin en önemli sebepleri arasında enflasyon, yoksulluk, savaş ve çatışma ortamı, üretici ve tüketici arasında kopan bağlar, topluma değil endüstriye üretim, endüstriyalizmin sebep olduğu iklim değişikliği, topluma gıda ulaştıran kamu kurumların tasviye edilmesi, yerel tohumların ve türlerin tasviye edilmesi yer almaktadır.
Türkiye’de gıda krizinin temel nedenlerinden biri hayvansal ve bitkisel üretim gerçekleştiren kesimlerden yüksek vergiler aracılığıyla yapılan servet transferidir. Bu servet transferleri ise vergi afları, geri ödemesiz krediler, uçuk ihalelerle yandaşlara yapılmaktadır. Tarımsal üretimde kullanılan akaryakıt, enerji, gübre, tarımsal ilaçlar vb. girdilere yapılan fahiş zamlarla toplumun ve üreticilerin elindeki, avucundaki maddi olanaklar yandaş sermayenin kazanına aktarılmakta, toplum gıdaya ulaşacak maddi olanaklardan mahrum kalmaktadır. Mazot, elektrik, gübre, yem fiyatlarında yaşanan devasa enflasyon üreticilerin bu girdilerde yapacağı kısıtlama ile önümüzdeki yıllarda da tarımsal ve hayvansal ürünlerde verim kaybına neden olacaktır. Enflasyon tüm toplumu olduğu gibi çalışanları de fakirleştirmiş emekçiler uzun yıllar boyunca eriyen maaşları ile gıda krizini en ağır şekilde yaşamaktadırlar.
FAO’ya göre bugün dünyada 160 milyon kişi geçimini günlük 0,65 YTL (yaklaşık 50 cent) ile sürdürmek durumundadır. Gelişmekte olan ülkelerde yetersiz beslenen kişilerin sayısı artmakta, 5 yaşın altındaki her 4 çocuktan biri olması gereken ağırlığın altındadır. Bu oran kırsal kesimde yaşayan 5 yaş altı çocuklarda, kentsel kesimde yaşayan 5 yaş altı çocuklardan 2 kat daha fazladır. Türkiye’de yıllardır yaşanan gelir adaletsizliği ve ekonomik kriz, emekçilerin çoğunun açlık sınırında ücretlere mahkum edilmesine sebep olmakta, anne ve bebeklerde beslenme bozukluklarına sebep olmaktadır. Nitekim 2015-2019 yılları döneminde Aydın’da doğan düşük ağırlıklı bebek sayısı Türkiye ortalamasından 4 kat daha fazla gerçekleşmiştir.
Türkiye terör ve sonuçlarının yarattığı ekolojik tahribat gıda krizinin diğer nedenlerindendir. Terör nedeniyle Doğu ve Güneydoğuda Bölgede doğal ve mera hayvancılığının yapılamaz hale gelmiştir. Rusya-Ukrayna savaş örneğinde olduğu gibi dünyanın her hangi bir noktasında yaşanan savaş gıda üretimi, nakliyesi ve tüketiminde, gıda fiyatlarında, gıdaya ulaşımda ciddi krizlere sebep olmaktadır.
Türkiye’de gıdaların üreticilerden tüketicilere ulaştırılma sürecinde kurulan haksız kazanç sistemi sonucu gıda fiyatları 4,5 kat artmakta, sağlıklı gıda üretimini sekteye uğratmakta, gıda krizini tetiklemektedir.
Türkiye’de yıllara göre bazı bitkisel ürünlerdeki üretim miktarları değişmektedir.
Örneğin Türkiye’de mısır üretiminde yıllara göre artan bir miktar söz konusu iken arpa gibi hayvan beslenmesinde çok önemli bir yere sahip olan ürünün üretim miktarı düşmektedir. 2019 yılında ülkede kabaca buğday ihtiyacı 20-21 milyon ton iken üretim 17.6 milyon tonla sınırlı kalmıştır. TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2000-2019 döneminde buğday ekim alanları yüzde 27 azalmıştır. Türkiye’de tarımsal üretimin planlanması toplum ihtiyaçlarına göre değil giderek daha fazla endüstriyalizmin ihtiyaçları esas alınarak yapılmaktadır. Bunun sonucunda da Türkiye buğday, arpa gibi temel besinlerde dışa bağımlı hale getirilmiştir.
Bu rakamlarda bize Türkiye’nin kendi temel ihtiyaçlarını üretmekte gerilerken ulus ötesi şirketlerin taleplerine uygun olarak üretim yaptığını, dışa bağımlı bir ülke olarak gıda egemenliğini kaybettiğini göstermektedir. Bu sürecin sonunda temel gıda ihtiyaçlarını üretemeyen toplum ise hem dışa bağımlı oluyor hem de endüstriyalizm tarafından yükseltilen gıda fiyatları nedeniyle gıdaya ulaşamaz hale geliyor. Türkiye dünya nüfusun yüzde 1’ini barındırırken, dünya tarımsal üretimininse yüzde 2’sini üretiyor. Bunun anlamı ülkemiz iki Türkiye besleyecek tarımsal üretim yapıyor. Fakat bugün tüm bu yanlış uygulamalar sonucu Türkiye dünyada gıda krizini en yoğun yaşayan ülke haline getirilmiştir.
Türkiye endüstriyalizmin yarattığı iklim değişikliğine bağlı kuraklık, iklim düzensizliğine bağlı olarak temel gıda maddesi olarak kullanılan tahıllarda belli miktarda bir düşüş yaşamaktadır. Küresel ısınmanın gıda üretimine etkilileri gıda krizini her geçen gün daha fazla tetiklemektedir. Çıkarılan orman yangınları da ekolojik dengede yarattığı yıkım yanında hayvansal üretim başta olmak üzere, bal üretimini olumsuz yönde etkilemektedir.
Tarım satış kooperatiflerinin tasviyesi , şeker fabrikaları ile Et-Balık ve Süt kurumunun tasfiye edilmeleri, bu kurumların sadece üretici cezalandırmak için et ithalatı yapan konuma getirilmesi, toplumda kara gün dostu olarak bilinen TMO’nun sadece ithalata aracılık yapacak kurum haline getirilip depolama faaliyetlerinin bile özelleştirilmesi bu gıda krizinin temel nedenleri arasındadır.
Endüstriyalizmin talepleri doğrultusunda üretim yapan tarım sistemimizde, daha fazla ürün veren, hastalıklara dayanıklı, taşımaya dayanıklı vb gerekçelerle hibrit tohumların ve hayvansal ırkların tarımsal florayı domine etmesi sonucu yerel tohumlarımız ve yerel hayvansal ırklarımız kaybolmuştur. Uzun yıllar süren evrim sonucunda ülkemizin şartlarına uyum sağlamış bu türlerin ulusüstü şirketlerin etkisiyle yok olması, tarımsal üretimi tehlikelere açık hale getirmiştir.
Yerel tohumlar belirli kuraklık koşullarına adapte olmuşken hibrit tohumların bu konuda ne kadar yetersiz kaldığı son yıllarda yaşadığımız verim kayıplarında daha fazla görülmüştür. Hibrit tohumlarla birlikte kullanımı her geçen gün artan kimyasal ilaçların hem artan ekonomik maliyetleri hem de sağlık üzerindeki olumsuz etkileri artmaktadır.
Türkiye tarım sisteminde endüstriyalizmin talepleri doğrultusunda yapılan tarımsal üretimin her geçen gün artması sonucu son dönemde yaşadığımız gıda fiyatlarındaki artışın önemli nedenlerinden biride biyoenerji (biyoyakıt) olarak görülmektedir. Ancak bu yakıtların kullanımındaki risk, sadece biyoyakıtların üretilmesinde kullanılan tarımsal ürünlerin gıda ürünleri olarak arzının azalması değildir. Aynı zamanda biyoçeşitlilik üzerinde olacak olumsuz etkisi de bu yakıtların üretimi için alternatif teknolojiler bulunması gerekliliğini ortaya koyar.