Şahsiyetli insanı Cenab-ı Hakk, “Eşref-i mahluk” olarak nitelemiştir. Beşeri, “şahsiyet” olmaya hazırlayan ‘bilme ve öğrenme’ safhaları, aynı zamanda hür ve bağımsız bir kişilik yapısıyla bütünleşmek suretiyle Allah’a “kul olmanın” da, en önemli zihniyet alt yapısını oluşturur. Allah, yeryüzünde potansiyel “halife” olarak yaratmış olduğu her insanın, kendinden başka kimseye “kulluk” etmeden, sadece kendine “kul” olan irade-i cüziyye ile hareket eden bir şahsiyet olmasını murat etmektedir. Şahsiyetli kişinin kendi kabiliyeti nispetinde, içtimai ve tabii çevreye yarar sağlayacak tarzda yaşanılan hayata katılması arzu edilir ve arzunun uygulanabilirliği ölçüsünde bir anlam ifade eder. İnsanlar için Allah’ın yeryüzündeki “halifesi” olmak vasfının gerçekleşmesi, büyük ölçüde insanın “aklını kullanmasına, tefekkür etmesine, aynı zamanda münferit hareket kabiliyetiyle sahip üretici ve müteşebbis ruhlu bir şahsiyet yapısından geçmektedir (Eroğlu, 2015, 13). Şahsiyet, yönetim vazifesini üstlenen kişinin en belirgin özelliğidir. İştişâri organların ana zemini olan şahsiyet, tutarlı bir tavır ve davranış ile bir anlam ifade eder. Bu da nitelikli insanın varlığı ile mümkündür. Şahsiyet sahibi insanın ilk vasfı, hayatını kurallara bağlamış, naslara (dogme) sahip demektir. Kendinde ve hareketlerinde bazı temel değişmezleri olmayan ve bunu hayatında tatbik etmeyen kişioğluna karakter adamı denilemez. Ancak bize, benliğinin dışında bir takım naslar veren insana da inanmıyoruz. Hak ve hakikat adamı, bize kendi dışında birçok hareket imkânlarını gösterecek, kendi varlığında ise bir tek hareket kaidesi takip ettiğini yaşanmış bir nas halinde yine kendi hareketleriyle (Topçu, 2011, 230) ispat edecektir. Kendi dışında çok olan yaşayışların ilmi ile amel etmeyi öğütleyecek, kendi nefsinde uyguladığı bir hayat kaidesinin telkini edecek kişiyi vasıflı şahsiyet diye tanımlayabiliriz. Bu usul ve esasları hayatına mal eden kişi rehber şahsiyettir. İkinci olarak şahsiyetli insan, “kendi benliğinin farkında olması ve ona bağlı bütün hareketler üzerinde hürriyete sahip bulunmasıdır” der Nurettin Topçu (2011, 214). Ve devamla şu hususları ifade eder: “ Benliğimizin bağlandığı hareketler, merkezi o benliğe gömülü olduğu halde onu, gittikçe genişleyen daireler halinde kuşatan aileye, millete, insanlığa ve sonsuzluğa doğru dal budak salmıştır. Benliğimizin asıl yapısını teşkil eden bu ruhi unsurlar, halde yaşadıklarımızdan ibaret değildir. Bizi tastamam karakterlendiren ve benliğimizi meydana getiren, halde yaşadığımız ruhi yapıdan ziyade, mâzimizi teşkil eden ve her taraftan gelerek bizim şahsi tarihimize bağlanan eskiye ait ruhi unsurlardır. Maziden gelerek halimizi harekete geçiren bu ruh kuvvetleri, gelmiş oldukları hızla orantılı olarak istikbâlin hayatını meydana getirirler.” Kişinin içinde yok olduğu, onunla hemhâlleştiği tarih ne kadar genişse, onun şahsiyeti o kadar büyüktür, o nispette kuvvetlidir. Kendine referans kabul ettiği tarih ne kadar darsa, red anlayışını hayatın merkezine almışsa şahsiyeti de o kadar küçüktür, o derece zayıftır. Geçmiş zamana ait hâtıralara bağlılığı bulunmayan hayvanlarda, daima hali yaşayan çocuklarda bu yüzden şahsiyet aranmaz (Topçu, 2011, 214-215). Kendi medeniyetimizde aradığımız şahsiyette, tarihimiz saklı olmalı, onunla yoğrulmalı, red politikasına inat kişiliğinde, seciyesinde onu yok etmelidir. Yani varlığını tarihine mal etmeli, irtibatsızlığı kabul etmemeli. Tarih ile varlığını aynileştirmelidir. Şahsiyet, milletlerin mâzisini teşkil eden hareketlerdir. Tarihi eserler ve mütefekkirler, onun temel taşlarıdır. Geçmiş, ataya, o da Kosova’nın kahramanına ve Yıldırım Han’a, bağlanır. Bunların ruhu ise Yunus’larla Alpaslan’lardan geçerek Hazreti Muhammed (sav)’e kadar uzanan zincirin, bize daha yakın bulunan alakalarını teşkil ederler. Bizim bu atalarımızın varlığı, geçmişten ibaret bir bütün teşkil ederek bizim ruhumuz, bizim dimağımız olmuştur. Millet, bu büyük dimağın, böyle büyük bir ruhun adıdır. Ve biz, millet hayatında her yeni ihtiyaca cevap ararken bütün eski bilgiler yeni ihtiyaçlara cevap olurlar. Tebrizli Şemsettin olmasaydı Mevlana olmazdı. Gazali, olgunluk devresinde Fâremidli’nin meyvası oldu. Büyük Ömer (ra) Hazreti Muhammed (SAV)’in aşkıyle bulunduğu zirveye ulaşmıştı. Nihayet Kur’an-ı Kerim’in ilahi hikmeti, İslam cemaatinin ruhuna Peygamber Efendimizin örnek hayatıyla tesir ediyor (Topçu, 2011, 215- 216). Şahsiyet bozukluğuna mazisizliğin numunesi olan hasta şair Tevfik Fikret’in “âti çıkınca ortaya mâzi silinmeli” safsatası, oğlunu İslam’dan Amerikalı papaz kılıklı şahsiyete savuruverdi. Bu hâli, şahsiyetsizlik, mazi ile âti arasındaki irtibatsızlığın neticesidir. Kaynak: EROĞLU, Feyzullah (2015) : “Kur’an’daki İslamiyetin Yönetim Düşüncesi”, Yeni Fikir Dergisi, Aydın TOPÇU, Nurettin, Yarınki Türkiye, Dergah yayınları, İstanbul, 2011