Zulüm, adaletin karşıtı olan bir kavramdır, haksızlık demektir. Adalet, nasıl her şeyi yerli yerine koymak demek ise, zulüm de bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Dinimiz her şeyde adaleti emretmiş, zulmü ve haksızlığı ise yasaklamış ve büyük günahlardan saymıştır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın kullarına zulmedici olmadığı, zulmedenleri sevmediği ve zalimleri yaptıkları zulüm sebebiyle cezasız bırakmayacağı bildirilmektedir. Bir ayet-i kerime de Allah şöyle buyurmuştur:
“(Ey Peygamberim! ) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Ancak Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarıya fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim suresi – 42. ayet)
Allah Teâlâ’ya yerde ve göklerde hiçbir şey gizli değildir. Hepsi O’nun bilgisindedir. Kimin ne yaptığını ve hatta içinde neyi sakladığını bilir. Başkalarına zulmedenleri de bilir, ancak onların cezalandırılmasını dilediği zamana kadar erteler, fakat ihmal etmez. Bir kutsi hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyiniz.”
İnsanların dokunulmaz hakları vardır. Bunlara dokunulması haram ve yasaktır. Peygamberimiz (sav), Veda Haccı’nda bu konunun üzerinde önemle durmuş ve şöyle buyurmuştur:
“Kesin olarak söylüyorum ki, kanlarınız, mallarınız, şeref ve haysiyetiniz bu ayda, bu şehirde bugünün hürmeti gibi haramdır. Rabbinize kavuştuğunuzda yaptığınızdan sizi sorgulayacaktır.”
Her haksızlık bir çeşit zulümdür. Haksız yere başkasının malını almak, ırzına, namusuna sataşmak, zulümdür. Yalan yemin ile veya helâl olmayan herhangi bir yolla insanların hakkını almak, zulümdür. Günah ve düşmanlık, birer zulümdür. Kendini haklı, başkasını haksız göstermek için çekişmek ve karşısındakini aşağılamaya çalışmak, zulümdür. Yollarda oturmak ve oralara eşya koymak sûretiyle insanların geçişini zorlaştırmak, tam bir zulüm ve eziyettir. “Zenginin borcunu ödemeyi ertelemesi zulümdür.” Geçmiş olaylardan ibret almamak, bir çeşit zulümdür. Zulme sebep ve vasıta olmak da zulümdür...
Birinci hadisimizde, zulüm bizzat Cenâb-ı Hak tarafından haram kılınmaktadır.
Cenâb-ı Hak, zulümden müberrâ ve uzak olduğunu haber vermektedir. Zîrâ Allah âdildir, O’nun “el-Adl” sıfat-ı ilâhiyesi vardır. (Bkz. Tirmizî, Deavât, 82/3507)
Yani O, adâletin kaynağıdır ve O’nun bütün işleri tam bir adâlet üzeredir.
Cenâb-ı Hak, zulmü sevmediği ve ondan râzı olmadığı için kullarına hiçbir zaman zulmetmeyeceğini bildirmiştir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:
“Onlara de ki: Dünya menfaati pek az ve önemsizdir, Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.” (Nisâ 4/77)
“Bakalım onları geleceğinde hiç şüphe olmayan bir gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman hâlleri nice olacak?” (Âl-i İmrân 3/25)
“Bu (başınıza gelenler), kendi yaptıklarınızın karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez.” (Âl-i İmrân 3/182; Enfâl 8/51; Hac 22/10)
“Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mü’min olarak sâlih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisâ 4/124)
Aslında, bütün âlemler Allah’ın mülkü olduğundan ve hakikatte O’ndan başka mâlik de bulunmadığından, Allah Teâlâ için hiçbir zaman zulüm söz konusu değildir. Yani Allah Teâlâ zulüm ve haksızlıktan her zaman için münezzehtir.
Cenâb-ı Hak, kullarının da birbirlerine zulmetmelerini istemez. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de zâlimleri sevmediğini ve onlara hidâyet de vermeyeceğini bildirir. (Âl-i İmrân 3/86, 140)
Dolayısıyla bir Müslüman hüküm verirken, ölçüp tartarken, şahitlik yaparken, ister akrabası olsun ister başkası, ister dostu olsun ister düşmanı, ister zengin olsun ister fakir herkes hakkında, gerek öfkeliyken gerek sâkinken, hâsılı her hâlükârda, âdil davranmalı, hislerine mağlup olarak adâletten taviz vermemelidir. (Nisâ 4/135; Mâide 5/8; Heysemî, I, 90)
Müslüman, böyle âdil olur ve her hususta adâletle muâmele ederse Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine mazhar olur. (Hucurât 49/9)
Peygamberlerin mücadelesi daima zalimlere ve zorbalara karşı olmuştur. Firavunlar, Hâmanlar, Kârunlar, Nemrudlar, Ebû Leheb ve Ebû Cehiller zulüm cephesinin elebaşları, önderleri olarak hakkın ve haklıların karşısına dikilmişler, mazlumlara kan kusturmuşlar, alın teri, kan ve gözyaşı üzerine saltanat kurmaya çalışmışlardır. Buna mukabil bütün peygamberler mazlumların, ezilenlerin, değer verilmeyenlerin safında yer alarak, hak ve adaletin zaferi için çalışmışlardır.
Rabbimiz kalplerimizi zalimlere meyletmekten muhafaza buyursun.