İnsan bilmek, bilmediğini öğrenmek üzere yaratılmış bir varlıktır. Doğar doğmaz öğrenme içgüdüsü ile hayata başlıyor. Edindiği deneyimlerden çıkardığı sonuçlarla birey haline geliyor. Bu bilgilerin bir kısmını seçimleriyle bir kısmını da direk kabul yöntemiyle alır. Mesela konuşacağı dili seçemez, çevresel edinimle bu yeteceği kazanır. Her an bilgiye öğrenmeye açtır. Sürekli gözlemler çevresini ve sürekli öğrenir. Gözlemlerine tecrübelerini eklemeye başlar. Her bilgi yeni bir seçim getirir. Bir noktadan sonra seçtiği bilgilerle ilerlemeye başlar. İşte insanlar arasındaki ayrışmada burada başlar. Tüm bu işleyiş planlı bir düzenin değil doğal gelişimin rutin seyridir. Her seçimde doğruyu ve yanlışı, gerekliyi ve gereksizi ayrıştırır. Belirli bir noktada ve belirli bir süre okul hayatı bunu direk destekler. Gereksiz bilgilerin beyne en çok doldurulduğu yerde işte tam burasıdır aslında. Şimdi okulu kötülemek değil niyetim tabi ama okulun getirilerini ve sistemini, insanın kazanımı noktasında çokta gerekli görmediğimi söylemek isterim. Okul hayatı boyunca kişi öğrenmek istedikleri ile değil öğrenmek zorunda bırakıldıklarıyla boğulur. Daha öğrenim hayatının başlarında sanki tüm okuyanlar doktor olacak mantısı ile yürütülen bir sistem ne kadar sağlıklı olabilir ki? Her çocuğu aynı ölçüde yaklaşmak ve aynı ölçüde bilgi verme çabasının adına bir de “Eğitim Eşitliği” diye afili bir kılıf buldularmı, pisliğin üzeri kolayca örtülüyor nasıl olsa. Üzerini örttükleri pisliğin kokusuyla 20 yalında baş başa bırakılan milyonlarca genç kimin umurunda. Bilmek isteği açlıktır. Hem de asla doyuma ulaşmayan bir açlık. Çünkü yaşamanın, yaşamını devam ettirebilmenin en önemli yoludur bilmek. Bir zamandan sonra seçilimli hayata geçtiğimizde öğrendiğimiz kadarıyla seçebildiğimiz için, yanlış seçimlerimiz hep bilmediklerimizin yüzünden olduğunu anlarız. Ama iş işten çoktan geçmiş olur. Yazının başlığındaki atasözümüzde de anlatıldığı üzere eşek bile bildiği otu yer. Çünkü bilmediğini yediğinde karnı ağrımıştır daha önce. İşte bu öğrenmedir eşeği koruyan. Baktığımız zaman etrafımızda eşek kadar aklı çalışmayan adamalar olduğunu çok rahat görürsünüz. Ama eşeklerden farklı olan durum şu ki, biz bilmediğimiz otu yemekten imtina etsek bile çevremizde o otu bildiğini zannedip bizimde o otu yememize sebep olacak bir sürü akıl fukarası vardır. E bizde bu fukaraların aklına uyduğumuza göre akıl yönünden çok zengin sayılmayız ya neyse. Sonuç olarak doğrudan yada seçimli öğrenmemize ek birde dolaylı seçimli öğrenme var. Bunlar kendi tecrübelerimizin dışında dolduruşa gelerek kazandığımız tecrübeler olduğu içindir ki bu yöntem sürekli karnımızı ağrıtır. Ama bazılarımız hayatları boyunca bu öğrenme şeklinin yanlış olduğunu öğrenmeyi beceremez. Eşek kadar olamayıp karın ağrısıyla sağa sola sataşmaya devam ederler. Bu karın ağrısının nasıl bir şey olduğunu da yazımın sonunda sizlere anlatmayı çok isterdim. Ama ben bilmiyorum bu karın ağrısının nasıl bir şey olduğunu.