Kader, Allah’ın ezelden ebede kadar meydana gelecek olayların zamanını, yerini ve niteliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesidir. Yani Allah Teâlâ, olmuş ve olacak her ne varsa onları önceden biliyor, zamanı geldiğinde onlar da Allah’ın bilgi ve takdirine uygun olarak meydana geliyor. İşte buna kader diyoruz ve bu imanın altı esasından birini oluşturuyor. Konuyu biraz daha açalım. Allah Teâlâ insanları yaratmış, onlara diğer yaratıklardan farklı olarak akıl, irade ve güç vermiştir. İnsan aklı ve iradesi ile iyi olanı seçecek, kötü olandan sakınacaktır. İnsanın bu iyiyi seçme ve kötüden sakınma gücüne "irade-i cüz’iyye" diyoruz. Bu gücümüzü kullanarak, iyi, kötü, faydalı ve zararlı olandan hangisini seçersek, Allah da onu isteğimize uygun olarak yaratır. Seçtiğimiz şey iyi ise sevap kazanırız, kötü ise günah işlemiş oluruz.
Ancak irademizin dışında meydana gelen olaylarda sorumluluğumuz olmaz. Kader bu olunca, günah olan bir şeyi kendi isteğimizle yaptıktan sonra onu kadere bağlayıp, "bu bizim alın yazımızdır" demek doğru olmaz. Çünkü biz irademizi kullanarak o günah olan şeyi yapmayabilirdik de. Kader, bir işi yapmaya bizi zorlamaz, o takdirde sorumluluğun anlamı kalmaz.
Allah Teala buyuruyor: "Andolsun ki biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.” (A’raf, 179.)
Bu cehennem için yaratıldıkları bildirilen kimseler, kendi iradeleri ile yapacakları fena işler ve kötü davranışlar sebebiyle cehennemi hak edecekleri hesaba katılmadan ve dikkate alınmadan cehennemlik olmuş değillerdir. Onlar yaratılırken herkes gibi günahsız olarak dünyaya gelmişler, cehennem damgalı olarak doğmamışlardır. Allah Teala ezeli ilmi ile bunların ilerde doğup büyüdüklerinde kendi hür iradeleri ile yükümlülüklerini yerine getirmeyeceklerini, görevlerini yapmayacaklarını, heva ve heveslerine uyacaklarını ve bu sebeble cehenneme gideceklerini biliyor ve bunu haber veriyor. Yoksa onları cehenneme girsinler diye yaratmış değildir. Zaten ayet-i kerîmenin devamında: "Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar, anlamak istemezler. Gözleri vardır, fakat onunla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla duymazlar..." Duyurulmuştur ki, böyle olan kimselerin gidecekleri yer, ancak Cehennem’dir. Kaderi böyle anlamayacak olursak o takdirde kendi iradeleri ile adam öldüren, hırsızlık ve haksızlık yapan kimselerin, alın yazısı olan bu davranışları sebebiyle sorumlu olmamaları lâzım gelir ki, böyle değildir ve esasen kaderi böyle anlamak yanlıştır.
Nitekim Hz. Ömer halife iken Şam’a gitmek üzere yola çıkmış. Serğ denilen yere geldiğinde onu Şam’da bulunan ordu komutanları karşılamışlar ve Şam’da veba hastalığı çıktığını kendisine haber vermişlerdi. Hz. Ömer, bir tedbir olmak üzere veba hastalığının çıktığı yere girmemeyi kararlaştırmış ve geri döneceğini söylemişti. Bunun üzerine komutanlardan Ebû Ubeyde (r.a.): "Ey Halife, böylece Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsunuz? (Allah Teâlâ) ölümünüzü bu hastalıktan takdir etmiş ise ölürsünüz, takdir etmemiş ise size bir şey olmaz)" dedi. Hz. Ömer: "Bunu senden başkası söylemeli idi, ey Eba Ubeyde" dedi ve şöyle devam etti: "Evet, Allah’ın kaderinden, Allah’ın kaderine kaçıyorum (hakkımızdaki takdiri bilmediğim için tedbir alıyorum)." Sonra da şu çarpıcı örneği verdi: "Senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler, vadilerden biri verimli, diğeri çorak olsa, sen de verimli yerde develerini otlatsan, Allah’ın takdiri ile otlatmış, çorak yerde otlatsan da yine Allah’ın kaderi ile otlatmış olmaz miydin?" dedi ve kaderin nasıl anlaşılması lazım geldiğini açıkladı." (Buhâri, Hac, 34; Müslim, Hac, 23.)
Kaldı ki, Peygamberimiz: "Bir yerde veba olduğunu duyduğunuz vakit, o yere gitmeyin. Bu hastalık bir yerde çıkar siz de orada bulunursanız, ondan kaçmak için o yerden ayrılmayınız" (Müslim, Selâm, 32.) buyurmuştur.
Kaderi, Hz. Ömer’in anladığı gibi anlamalıyız. Çünkü biz, akıl ve irade sahibiyiz. Aklımızı ve irademizi kullanarak yaptığımız işlerden sorumluyuz. Yüce Rabbim doğru bir inanç üzerinde yaşamayı, iman ilkelerini en güzel şekilde benimsememizi, ibadetlerimizi yerine getirmemizi ve ahlaken olgunluğa ulaşarak dünya ve ahiret mutluluğunu kazananlardan olmamızı nasip eylesin. Allah’a emanet olun.