Doğduk, büyüyoruz. Hayat dediğimiz yolculuğun kim bilir neresindeyiz. Gelmesi seçmediğimiz gibi gitmemeyi de seçemiyoruz. Bazılarına göre bize biçilen rolü oynuyoruz. Bazılarına göre kendi rolümüzü kendimiz yazıyoruz. Doğru cevap ne olursa olsun bu hayatı anladığımız kadarıyla yaşıyoruz. Alt etmenlerini bildiğimiz kadar hakimiz eylemlerimize. Seçimlerimiz aklımızın erdiği kadarıyla sınırlı. Seçmediklerimizin getireceği sonuçları bilmiyor, hesap etmiyoruz. Paralel evrenciler her seçimin yeni bir paralel evren oluşturduğuna ve diğer seçeceği seçen bizin hayatının o evrende o seçime göre devam ettiğine inanıyorlar. Bu uçuk fikir ne kadar doğru ne kadar saçmadır bilmem. Beni içinde bulunduğum evren ilgilendiriyor. Çünkü ben seçtiklerimle ben oluyorum. Seçmediklerimi seçen kişi ben değilim. Çok uçuk ve karmaşık mı oldu? Gerçek bu diğer doğrularla ilgilenmiyorum. Ben bu yüzden benim. Bu yüzden bu güne kadar seçtiğim doğrular kadar seçtiğim yanlışlarımı da seviyor ve kabulleniyorum. Çünkü ben onlarla şekilleniyorum. Bu durumdan daha önce bahsetmiştim. Ben olduğum gibi, olduğum kadarıyla geleceğimi yazıyorum. Bunun dışındaki hiç bir seçenek beni bağlamıyor.

Bu yaşam döngüsü içinde debelenip dururken hep zamanın acımasızlığından bahsediyoruz. Sanki bizi öldüren zamanmış gibi ona yüklenirken, bizi doğuranında zaman olduğu gerçeğini görmüyoruz. Bir çok doğrunun olması gerektiği anda gerçekleşmesiyle var olduğumuzun farkında değiliz. Çünkü bu olması gerekenler bize hazır paket halinde verildiği, onları bir araya doğru zamanda getirmek için uğraşmadığımız için işin bu kısmını sürekli ıskalıyoruz. Zaman deyince çok geniş bir kavramın içinde gezinirken, an dediğimiz o küçük yapı taşlarının imkansız oluşları var etmesindeki mucizeyi fark etmekten aciziz. Aklımızın almadığını kalbimizde almıyor işte. Aslında özeti bu. Gerçeği, doğruyu hep ıskalamamızda bu sebep yatıyor işte. Bu sebep zamanın kıymetini bilip onu anlamak yerine saçlarımıza düşen akların sorumlusu ilan etmemize sebep oluyor. Var olmak yok olma korkusuna yeniliyor. Yok olma korkusu bir gün gelecek anın gelmemiş senaryosu. Ama var olmak şu an içinde olduğumuz şey. Hala nefes alıyoruz, hala adım atıyoruz, hala yaşıyoruz. İşte bizi yaşatan zaman değil an. Hayatımızdaki mutlulukları hep an ile tanımlamamızda bu yüzden. Bu yüzden anın getirdikleri daha sonra anı oluyor. Bireylerin zamanı geliyor, bazı şeylerse anılara karışıyor. An ile zamanın ayrımını yapanlar için hayat güzelleşiyor. Çünkü anın kıymetini ancak zamandan soyutlananlar kavrayabiliyor.