Ramazan ayı gelince yeni evlendiği hanımı özenle hazırlamış ilk sahur sofrasını. Afiyetle yemiş ama hanımı bakmış ertesi gün Erenler'de oruç moruç yok; “Belki maruzatı vardır, sonraki gün tutar” diye yine hazırlamaya devam etmiş sahur sofrasını ancak hiçbir sahuru kaçırmadığı gibi, bakmış oruç da tutmuyor. Böylelikle ayı yarılamışlar ki hanımı sonunda dayanamayıp laf etmiş, "Efendim her gece size sahur hazırlıyorum, yiyorsunuz ancak oruç tuttuğunuz yok, öyleyse hazırlamayayım artık boşuna sahur sofranızı!" Baba Erenler cevabı yapıştırmış; "A be hanım, oruç farz, sahur sünnettir. Zaten mahcubum farzı yerine getirememekten, bir de sünneti terk edeyim de iyice mi günaha gireyim” “Ramazan geldi hoşgeldi” cümlesi geçiyor Ramazan ayının ilk günlerinde aklımdan. Çocuksu bir sevinç oluyor bir tarafımda. Oruç tuttuğum günler yemek muhabbeti yapmak çok hoşuma gidiyor. Her gün üç öğün yaptığımız sıradan bir aktivite olan yemek yemek oruçla birlikte yokluğu olduğunda özlenen ve beklenen oluyor. Sanırım bu özleme ve bekleme hali, coşkusu; hem şükretmeyi, hem de yaşamda yaptığınız her davranışı nezaketle, keyifle yapmamız gerektiğini tekrar hatırlatıyor. Akşamları iftar olduğunda lokmalarımı çok yavaş çiğniyorum. Dürtüsel bir şekilde çok hızlı yiyerek yüklenmek yerine, bu da hem yemekten sonra rahatsız hissetmememi hem de yemeğimin tadını daha fazla almamı sağlıyor. Ramazan ayı insanın hayattaki anlam arayışı açısından düşünüp değerlendirmeler yapabileceği bir fırsat ayıdır. Hayatımızı çok hızlı yaşıyoruz. Yavaşlamamız gerektiğini çoğumuz kendimize söylesek bile yapamıyoruz. Ramazan bize bu anlamda zorunlu olarak hayatımız bir tempoda aldı başını gidiyorsa bile; bir dur, biraz yavaşla, biraz hisset, biraz dinlen diyor. Biraz daha farklı bak. Hem bedenimiz hem de ruhumuz diğer on bir ay için şarj oluyor. Kişinin sürekli konfor alanında kalması kişinin olgunlaşmasını engeller veya geciktirir. Yapılan araştırmalar kişinin yeteneklerinin stres altında kaldıkça, stresi karşıladıkça esneklik ve olgunluk kazandığını söylüyor. Bu da kişiye psikolojik sağlamlılık kazandırıyor. Psikolojik sağlamlık için kişi bekliyor, sabrediyor ve amacına ulaşıyor. Ramazan aynı zamanda yılmazlık denen bu sağlamlılığı deneyimleme fırsatı veriyor. İstediğimiz hemen olsun diyen sabırsız bir tarafımız var. Özellikle şimdiki zamanlarda kolay yoldan emek vermeden yorulmadan bir yerlere varabilirmişiz gibi bir algı var. Halbuki güzel şeyler elde etmek istiyorsak, emek çaba ve zahmet gerekiyor. Oruç tutarak ya yine de bir zahmete giriyoruz. Günün sonunda iftarda başardığımız bir noktada buluyoruz kendimizi. Eğer sağlıklı bir bireysek ve orucumuzu tutuyorsak yapılan araştırmalar ve dini öğretilere göre oruçla çekilen zahmetin beden sağlığımıza bir zararı yoktur. Ramazan ayı yine stres yönetimine de katkısı oluyor. “Ramazanda vücudumuz aç kalıyor ve ister istemez vücudumuzu strese sokuyoruz. Kan şekeri düşmesiyle sinirlilik oluyor. Böyle durumlarda stres altında soğukkanlı kalma becerisini deneyimlemiş oluyoruz. Biliyoruz ki Ramazan sadece yememek değil, kalp kırmama, daha çok güzel ameller işleme, daha çok gülümseme, birlikte olma vaktidir. Zira bugünler bonus günleridir diye bir cümle var kulağımdaki geçmişten kalan; yaptığımız her güzel sohbetin, iyiliğin, ibadetin, işin, çalışmanın kat kat ödüllendirildiği zamanlar.