575 sayfalık raporun ‘Sonuçlar’ kısmında, Aydın’da sıklıkla şikayet konusu olan ‘Çürük yumurta kokusu’ ile ilgili yapılan açıklamada, “Proje bölgesinde ve yakın çevresinde gerçekleştirilen saha gözlemlerinde, tesislerin yoğun olduğu bölgelerde; tesis etki alanlarında ve tesis içlerinde H2S gazından kaynaklanan bir koku (çürük yumurta kokusu) mevcut olduğu tespit edilmiştir” ifadelerine yer verildi. Jeotermal Enerji Santalleri’nde (JES) hatalı uygulamalardan kaynaklanan olumsuz etkilerin teknik, çevresel ve sosyal açıdan bazı problemlere yol açtığının belirtildiği raporda, özellikle son 10 yılda bir dizi çevre problemlerinin gözlendiği ve bunun sonucu olarak bazı büyük projelere karşı artan bir kamuoyu karşıtlığı meydana geldiğinin de altı çizildi.
Avrupa Birliği tarafından Katılım Öncesi Mali Yardım Aracıyla (IPA), Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’na (EBRD) sağlanan finansal destekle Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) arasında imzalanan teknik iş birliği anlaşması kapsamında gerçekleştirilen “Türkiye’de Jeotermal Kaynakların Kümülatif Etki Değerlendirmesi”nin nihai raporu kamuoyunun bilgisine sunuldu. Proje bölgesi olarak, jeotermal aktivitelerin en yaygın ve yöre halkının çevresel konularda en hassas olduğu Aydın ile birlikte Denizli ve Manisa bölgelerinin seçildiği 21 ay süren araştırmalardansa çarpıcı sonuçlar çıktı. Raporda, Aydın’da Jeotermal Enerji Santralleri’nin (JES) yoğun olarak bulunduğu bölgelerde yapılan ölçüm sonuçlarına göre, her bölge için ölçülen en yüksek ve ortalama ‘Hidrojen Sülfür’ değerlerinin Dünya Sağlık Örgütü’nün koku rahatsızlığının oluşmaması için önerdiği konsantrasyonun (7 μg/m3 ) üzerinde ölçüldüğü belirtildi.

“SAĞLIK ETKİ DEĞERLENDİRMESİ ŞART”


Mevcut jeotermal sahaların insan sağlığı üzerine herhangi bir etkisi olup olmadığını değerlendirebilmek için tanımlayıcı ve ekolojik çalışmaların yapılmasının sağlanması gerektiğine vurgu yapılan raporda, “Jeotermalin sağlık etkisini ölçen yeni çalışmalardan elde edilen verilerin mekânsal dağılımlarının CBS destekli haritalar yardımıyla gösterilmesi, mevcut durumun bölgeselliklerinin görülmesini kolaylaştırması açısından fayda sağlayacaktır. Yeni sahalar için, işletmeye alınmadan önce, Sağlık Etki Değerlendirmesi (SED) çalışması yapılmalıdır” ifadelerine yer verilmesi bundan sonraki santral kurulumlarında Çevre Etki Değerlendirmesi yanında SED çalışmalarının da gündeme gelmesine olanak tanıdı.

“AKIŞKANLARDA BOR DEĞERLERİ YÜKSEK”


Germencik ve Buharkent gibi alanlarda gözlenen yüksek bor değerlerinin jeotermal akışkanla ilişkili olduğunun da belirtildiği nihai raporda, “Ayrıca, JESDER tarafından Denizli’de 7 yerüstü numunesinde yapılan analizlerde bor değerleri 0,32 mg/L ortalamasına sahip iken, Aydın’daki 13 numunede ortalama bor değeri 0,92 mg/L olarak ölçülmüştür. Yüzey sularında bor seviyeleri çok yüksek değildir ancak Aydın’daki bir jeotermal santralden alınan akışkanda yapılan ölçümlerde bor değeri 90,18 mg/L olarak ölçülmüştür. Genel olarak, jeotermal akışkanlarda bor değerlerinin yüksek olduğu görülmektedir. Bu nedenle hiçbir şekilde akışkanın yerüstü su kaynaklarına deşarjı yapılmamalıdır” açıklamasında bulunuldu.


“HAVA KALİTESİ İHMAL EDİLEBİLİR SEVİYEDE”


Elde edilen verilere göre, JES tesislerinden, dolaylı ve eser miktarda salınan SO2, PM ve NO2 kirleticilerinin hava kalitesi açısından ihmal edilebilir seviyede olduğunun belirtildiği raporda, “Jeotermal kaynak kullanım aktiviteleri sonucunda oluşacak NCG emisyonlarının tespiti için tesis sahalarında ve etki alanlarında ölçüm yapılmalı ve kütlesel debiler kontrol edilmelidir. Jeotermal kaynak kullanımı aktiviteler ile diğer endüstri ve faaliyetlerden kaynaklanabilecek hava kalitesi etkilerinin bütünsel bir yaklaşım ile değerlendirilmesi ve önleme çalışmalarının uygulanması oldukça önemlidir. Yapılan değerlendirme neticesinde, hava kalitesinin korunması ve hava emisyonlarının önlenmesine ilişkin yatırım ihtiyacı olduğu ve azaltım önlemlerine ilişkin ileri araştırma gerektiği tespit edilmiştir” denildi.

“YANLIŞ DEŞARJ HALK SAĞLIĞI İÇİN TEHLİKE OLUŞTURMAKTADIR”


Jeotermal akışkanın tarımsal üretim için zararlı olabilecek maddeler içermeleri sebebiyle, jeotermal akışkanın kontrolsüz olarak yüzeysel su kaynaklarına deşarjı durumunda yerüstü ve yeraltı sularında kirlenmelerle, su kaynaklarının sulama amaçlı kullanılması durumunda ise toprak kalitesini olumsuz etkileyecek kirlenmelerle de karşılaşılmasının mümkün olduğunun da belirtildiği raporda, “Uygulamada rastlanacak yanlış deşarj yöntemleri ile jeotermal akışkanın ilgili mevzuata aykırı biçimde tarımsal sulama amaçlı kullanılan su kaynaklarına deşarj edilmesi halk sağlığı için tehlike oluşturmasının yanında, bölgenin öne çıkan tarımsal ürünlerinin üretimini de olumsuz etkileyebilmekte ve toprak kalitesinin bozulmasına neden olabilmektedir. Tarımsal üretimdeki ve su kaynaklarındaki kirlilik sorununun önlenmesi, düzenli kontrol ve ölçmelerin yapılması ve çıkan analiz sonuçlarına göre hem suların tarım amaçlı kullanılıp kullanılmaması konusunda hem de kirletici kaynakların engellenmesi hususunda gerekli adımların ivedilikle atılması ile mümkün olabilir” ifadesine yer verildi.

“TARIMSAL ÜRÜNLERDE DÜŞMELER TESPİT EDİLDİ”


Proje sahasında karşılaşılan şikayetlere bakıldığında, şikayetlerin ağırlıklı olarak yetiştirilen ağaç ve asmaların yanması, kuruması ve ölmesi sebebiyle bitki sayısı ve alan kayıplarına veya ürünlerde verim ve kalite düşüklüklerine sebebiyet vermesi ile ilgili olduğunun görüldüğüne de vurgu yapılan raporda, “Bu nedenle öncelikle proje bölgesi içinde yer alan Aydın, Manisa ve Denizli illerinde yetiştirilen ve gerek bu bölgeler için gerekse ülke için ekonomik, sosyal ve stratejik öneme sahip tarım ürünlerindeki rakamsal değişimler detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bahsi geçen tarımsal ürünler; Toplam Ağaç Sayısı, Üretim Alanı, Üretim Miktarı ve Verimlilik parametrelerine göre, son 10 yıllık rakamlar açısından değerlendirilmiştir. İncelenen parametreler açısından bazı düşmeler tespit edilmiş olsa da büyük oranlarda artışların da var olması, tek başına sorunları jeotermal kaynak kullanımı ile ilişkilendirmeyi zorlaştırmaktadır” denildi.

“DEPREMSELLİĞE ETKİSİ ORTA DÜZEYDEDİR”


Raporda ‘Depremsellik’ ilgili ilgili yapılan değerlendirmede, jeotermal enerji üretimi öncesi ve üretimi sırasında oluşan deprem aktivitesi karşılaştırıldığında hem Büyük Menderes hem de Gediz Grabeninde jeotermal akışkanın üretim ve reenjekte edilmesi sonucu, ilgili santral ve çevresinde küçük büyüklükte sismik hareketlerin olduğunun ortaya konduğu da belirtilerek, “Karşılaştırma sonuçları çerçevesinde uyarılmış sismisite değerlerinin insanlar tarafından hissedilemeyecek derecede düşük olduğu görülmüştür. Ancak her ne kadar düşük şiddetli bir aktivite olsa da jeotermal kaynaklı depremsellik, mevcut tektonik yapıya etkisi çerçevesinde negatif bir etki olarak değerlendirilmektedir. Bu kapsamda gerçekleştirilen matris değerlendirmesinde, JES tesislerinin ve diğer aktivitelerin depremsellik üzerine etkisinin aynı seviyede olacağı (orta) kabul edilmiştir. Türkiye’deki jeotermal kuyuların önemli bir bölümü gelecekte deprem üretmesi beklenen fay zonlarından üretim yapmaktadır. Bu nedenle, jeotermal sahalar içinde kurulacak tesislerin yer seçiminde, yer bilimsel kriterler göz önünde bulundurulmalı ve bu tesisler diri fay zonlarının yüzey faylanması tehlikesi kuşağı dışında kurulmalıdır” tavsiyesinde de bulunuldu.

“HALKIN TEPKİSİ UYGULAMA HATALARINDAN KAYNAKLI”


Jeotermal yatırımların istenmeyen olumsuz etkileri arasında genel olarak sondaj ve test aşamalarında yaşanan kazalar, sıcak su deşarjları ve koku olduğunun belirtildiği raporda, “Bu nedenle kuyu açma ve reenjeksiyon ile ilgili mevzuatın geliştirilmesi, rezervuar yönetim planı çerçevesinde yatırımların planlaması ve uygulanmasının gerekliliği dile getirilmiştir. Halkın tepkisine neden olan olguların, uygulama hatalarından kaynaklandığı bu nedenle de sektöre olan güvenin sarsılmış olduğu dolayısıyla da toplumsal kabul üzerinde olumsuz etki yarattığı anlaşılmaktadır. Toplumsal kabulün negatif veya pozitif anlamda oluşması uzun süreçlerde gerçekleşir. Bunu ortaya koymak amacıyla yapmış olduğumuz medya analizi; özellikle 2009 yılından bu yana yükselen tepkiler jeotermal enerji uygulamalarının toplumdaki olumsuz algısını ortaya koymakta ve ulusal bir gündem maddesi ve muhalefet konusu haline geldiğini göstermektedir. Bu nedenle kümülatif değerlendirmede toplumsal kabul ve algı değişkeninin etkisinin “negatif”, “direkt” ve şiddetinin de “yüksek” olduğu değerlendirmesi yapılmıştır” ifadelerine de yer verildi.
“Bilinmeyen ve yönetilemeyen şey kaygı yaratır. Ortamda hiçbir tehlike veya risk olmasa da kaygı tek başına bir sağlık sorunudur” ifadeleriyle JES’lere atıfta bulunulan 575 sayfalık raporda, araştırma sonuçları kapsamında elde edilen veriler de detaylı olarak kamuoyuyla paylaşıldı.