Murat Amcayla nasıl tanıştığımızdan da bahsetmek istiyorum sizlere. Karaçakal Yörükleri Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Çobanoğlu hocam, Mayıs ayında gerçekleşen Yörük Şenliği daveti için şahsıma bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyarette davetiyelerin yanında ‘Karaçakal Yaylası’ndan Esintiler’ kitabını da hediye etti. Ve ondan sonra başladı asıl macera. Acısıyla tatlısıyla Karaçakal aşiretinin 150 yıllık geçmişini anlatan kitabında tanıdım Murat amcamızı. Peşini bırakmadım ve yine Mustafa hocamın yardımıyla söyleşi için Murat amcanın kendisiyle randevulaştım. Ramazan ayının 26’ncı günüydü. Efeler’den, Hikmet Elibirlik kardeşimle arabamıza atlayıp soluğu Yenipazar’da aldık. Murat amcam kapıda bizi bekliyordu. Elini öpüp tanıştıktan sonra arabamıza tekrar binip, Murat amcamızın anılarıyla dolu Karaçakal Yaylası’ndaki Koca Meşe’ye doğru yol aldık. Murat amca yaylaya çıktıkça mazide canlanan anılarını anlatmaya başlamıştı ve küçük küçük dörtlükler de dökülmeye başlamıştı gönlünden. Kendini söyleşiye sakla diyorduk biz de kendisine. 35 derecelik sıcak havaya aldırış etmeden yaklaşık 15-20 dakika süren yolculukla birlikte serin ve nezih bir ortam olan Koca Meşe’nin altına attık kendimizi. Hafif soluklandıktan sonra Murat amca Yörük şivesiyle sorularımızı cevaplamaya hazırlanıyordu. Murat amca bir yandan fazla sıkıştırmayın kalp var bende diyerek espiri yapmayı da ihmal etmiyordu. Evet değerli okuyucularımız sizleri bu röportajımızla buluşturma zamanı geldi. Hem şiir ve şairlik, hem de Yörük kültürü üzerine Murat Ekiz amcamızla yaptığımız söyleşinin detayları işte şu şekilde: 

MEHMET SARIKAYA:

Öncelikle kendinizi bize tanıtır mısınız? Murat Ekiz kimdir? 

MURAT EKİZ:

1949 yılında Aydın’ın Yenipazar ilçesi Karaçakal Mahallesi’nde dünyaya geldim. Evliyim ve üç kız çocuğum var. Altı tane de torunum var. Halen Yenipazar ilçesinde ikamet etmekteyim. Yörük bir ailenin Yörük bir çocuğuyum. Yörük çadırlarında doğdum büyüdüm. Karaçakal Yaylası’nda hayvan güderek bugünlere geldim. Ömrümüz bu dağlarda geçti. Bu dağlarda konduk göçtük, harman dövdük, orak biçtik. Cavur gediği dağlarından ağdım,
Meşelerinden ballar aldım, 
Yüce dağları dolandım,
Ben de bir güzele bağlandım.

M.S:

Şairlik meziyetiniz ne zaman başladı?

M.E:

Evin en büyük çocuğu olduğumdan dolayı dağlarda hayvanlara ben bakıyordum. Bu yüzden de babam beni okula göndermemişti. Okul ve öğretmen yüzü görmeden kardeşlerimin alfabe kitaplarını karıştırıp okumaya azmettim. Kardeşlerimin de zaman zaman yardımıyla dağlarda hayvanların arkasında okuma-yazmayı öğrendim. Önceden destanların anlatıldığı kitaplar olurdu onları okumaya çalıştırdım. Okuma yazmayı 14-15 yaşlarında iyice öğrendim. 17-18 yaşlarında da şairlik duygularım ön plana çıkmaya başladı. Ama büyüklerimiz o şiirleri ulu orta yerde söylememe izin vermiyorlardı. O zamanlar büyüklerimiz şiir söylediğimde birileri ile alay ediyor, gırgır geçiyor gözüyle bakıyorlardı. Ben ise içimden geldiği gibi şiir söylemeye ve yazmaya devam ettim. Hiçbir şekilde şiir yazmanın eğitimini almadım. Karaçakal Yaylası’nda yaşadığım bütün yerlerin ve anımın olduğu bütün noktaları şiirleştirdim. Kendi yöremizin dağından taşına kadar her türlü şiirini kaleme aldım. 
Kavaklı deresinin pınarları kemerli, 
Önünde biter yayla gülleri,
Çalgılı olur aşiret düğünleri,
Ata biner gider al duvaklı gelinleri.

M.S:

Kitap çıkarmanızda size ön ayak olan birileri oldu mu?

M.E:

Karaçakal Yörükleri Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği’nin kurulmasının ardından Yörük Şenlikleri de yapılmaya başlandı. Ben de bugüne kadar yazdığım bu şiirlerimi kitap haline getirmek istediğimi dernek yetkililerine ilettim. Onlar da sağolsunlar uygun gördüler. İlk etapta ‘Yayla Yerlerinden Esintiler’ diye bir kitabım çıktı. Bu kitaptaki şiirlerle birlikte daha sonra yazdığım şiirleri bir kitap altında topladık ve onun adına da ‘Karaçakal Yaylası’ndan Esintiler’ adını verdik. Kitabımın çıkmasında emeği geçen dernek başkanım Mustafa Çobanoğlu ve Nevzat Arslan hocamdan Allah razı olsun. Bana o güne kadar kimse ön ayak olmamıştı. İster satılsın ister satılmasın ben en çok bugüne kadar kıyıya köşeye yazdığım şiirlerin kaybolmadan bir kitapta toplanmasına sevindim. Evde daha kitaplaşmamış, ajanda da yazılı şiirlerim var. Ben tam anlamıyla kendimi Karaçakal Yörükleri Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği  kurulunca ifade etmeye başladım. Gençler kolunuzdan tuttu mu yukarılara doğru tırmanıyorsunuz. Mustafa’nın ve Nevzat’ın şimdi yaptığını 17-18 yaşlarında birileri yapsaydı bugün mutlaka bir yerlere gelirdim. 
Köyümüzün ortasından pınar akar, 
Evlerimiz birbirine bakar, 
Öküzlerim damda yatar,
Yavrularım geliyor mu diye yollara bakar.

M.S:

Şairlikten bir beklentiniz oldu mu?

M.E:

Benim şairlikten hiçbir maddi beklentim olmadı. Amatör olarak kendi çapımda içimden gelen duygu ve düşüncelerimi dile getirdim. Bastırdığımız kitapları da genelde eşimize dostuma verdik. 2 bin tane basılan son kitabımdan da çok cüzi bir meblağ kazanç elde ettim. 
Kavaklı deresi coşmuş akar, 
Kara sürüm arkaçta yatar,
Karşı dağlar bizim yaylaya bakar,
Ebem güzellere boncuk takar.

M.S:

Peki şiir yazmaya devam etmeyi düşünüyor musunuz?

M.E:

Artık 70 yaşına girdim ve vücudumda yaşlılığa bağlı bazı hastalıklar ortaya çıkmaya başladı. Zaten o eski heyecanımız kalmadı ve artık eskisi gibi de yazamıyorum. Ajandamda 40 kadar daha yazılı şiirim var ama artık bu vakitten sonra bir kitap daha çıkaramam.

M.S:

Şiir yazmak için kendinize seçtiğiniz özel bir zaman var mı?

M.E:

Bir bakmışınız bir gece yarısı, bir bakmışsınız yürürken dilimden mısralar dökülüverir. Bu yüzden şiir yazmanın ve söylemenin bir zamanı yok benim için. Herhangi bir zaman mevhumu olmadan her an her yerde o ilham gelebilir. Örneğin bir gece yarısı kalkar ışığı açar aklıma gelen mısraları yazarım. Örnek verdim şu an altında oturduğumuz Koca Meşe için zamanında şu mısralar dökülmüştü gönlümden:
Yayla yollarında hep dikilirsin,
Her gelen geçeni izler misin?
Sen de koca bir ağaçsın tepede,
Adını koymuşlar işte Koca Meşe.

M.S:

Şairlik ve şiirlerle ilgili bir anınız var mı?

M.E:

Dediğim gibi önceden ben şiir söylediğimde bana herkes kızıyordu ve söylediğim şiirlerle sanki birileriyle alay ettiğimi zannediyorlardı. Halbuki ben hiç kimseye alay edici tavırlarla yaklaşmadım. Aileme yönelik çok şiir yazdım. Örneğin eşim Emine Hanım’a yazdığım bir dörtlüğü sizlerle paylaşayım: 
Ilı Yaylası’na deste çektik,
Ramazan’ın oradan kaç kez geçtik,
Selvili pınarından sular içtik,
Sanmayın Emine’mden vazgeçtik. Askerden izne gelmiştim ve hasta olmuştum ve o zaman da şu şiiri yazmıştım:  Kışlamız Köseler’e doğru bakar,
300 keçi 30 sığır yatar,
Babam da kır ve doru ata bakar,
Asker olmuş Murat hasta yatar.   

M.S:

Bize biraz Yörüklükten de bahseder misiniz?

M.E:

Yörükler yaz kış göçebe yaşayan insanlardır. Bizler çadırda doğup çadırda büyüdük. Yörük çadırı kışın sıcak, yazın serin olur. Yörük çadırının 3 direği, 8 bağı, 5 tane de stili vardır. Çadırın içinde 10 kişi de yatar 20 kişi de. Şu an oturduğumuz yer bizim bahçemizdi ve benim burada evim vardı ve tabi zamanla satmak zorunda kaldık. Eski atalarımız yaz aylarında buradan Isparta’nın Alamaz Yaylaları’na kadar, Denizli Çivril’in Bumalar Yaylaları’na kadar develerle, davarlarla göç ederlermiş. Kış aylarını da Donduran Mahallesi’nin üst kısmındaki bölümlerde, Karaçakal Yaylalarında geçirirlermiş. Ben bu şekilde hiç göç etmedim çünkü hükümet bir dönemden sonra konar göçer yaşama sınırlama getirmiş. Bizim Isparta’da kan bağımız olan çok sayıda Yörük dostlarımız var. 
Karaçakal’dır aşiret adımız,
Çoban Pınarı’ndan geçer yolumuz,
Yine güzel sayılmakta huyumuz,
Aslımız dersen Yörük’tür soyumuz.

M.S:

Yörüklük kültürünün yaşatılması için neler yapılmalı?

M.E:

Şu an genç nesil soyunu unutmaya başladı. Şu an kaçımızın çocuğu Yörüklüğü tam anlamıyla biliyor? Yörüklük kültürü her geçen gün unutuluyor. Bizim arkadaşlarımız da unutulmasın diye senede bir defa şenlik yaparak Yörüklüğü hatırlatmaya çalışıyorlar. Yapılan şenlikler de halk tarafından iyi bir şekilde takdir görüyor. İnanın bu dağlarda şenlik yapılacağı ve buraya insan yığılacağı aklımın ucundan geçmezdi. Size şenlikler ile ilgili yazdığım bazı dörtlükleri de dile getireyim:
Şenlik alanı yemyeşil bağlara bakar,
Akşamdan gelen kara çadırlarda yatar, 
Ecir’in evi pınar tepedeki çeşmeye akar, 
Önünde ağaçlar altında uyuyanlar. Toprak Tepesinde var Mehmet Ecir evi, 
Burada seçilir Yörüğün Koca Beyi,
Titretip de inletmektedir tepeleri,
Çakıcı, Yörük Ali kızanlarının sesleri. Şenlik bağlarında var iki kuyu,
Azaldıkça azaldı dibinde suyu,
Sevdiğimin pek de güzel huyu, 
Gel sevdiceğim dizlerimde uyu.

M.S:

Son olarak neler söylemek istersiniz?

M.E:

Ben onca yıl şiir söyledim ve kendi imkanlarım ölçüsünde bu şiirleri yazıya döktüm, daha sonra da hayatta en çok istediğim bir kitabım çıktı. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Bu sayede ismimi duyup buraya kadar geldiniz ve benimle bu röportajı yapmayı uygun gördünüz. Bu röportajı bile yapıyor olmanız benim için bir gururdur. Bu saatten sonra şan şöhretle işimiz yok ama bu şekilde şahsıma değer bile verilmesi beni çok mutlu etti. Önceden bu tür şeyler hoş karşılanmazdı ve iyi gözle bakılmazdı ama şimdiki gençlerin bu tür sanatsal faaliyetlere önem vermesi çok güzel. Gençlerimizin ve gelecek neslimizin bu tür sanatsal faaliyetleri devam ettirmesini diliyorum. Ayrıca röportajımızı okuma fırsatı bulacak okuyuculara selam ve saygılarımı sunuyorum. Sürçü lisan ettiysek affola…